24 Ekim 2018 Çarşamba

HİSSİZLİK


‘’Cocu PSV’deki ilk yılında da böyleydi, sonra 3 yıl ligi süpürdü...’’

Başkan Mayıs’ta bize hayalini kurduğumuz; günlük değil, uzun ömürlü düşünen, proje temelli, genç, dinamik, çağdaş bir vizyon vadetti. Tüm konuşmaları arasında bir programda söylediklerini ilk sırama almıştım: ‘’Hayallerimi, hedeflerimi gerçekleştirebilmem için en az 2 döneme ihtiyacım var. Bu 2 dönem sonunda size en büyüklerle yarışmayı vadedemem. Barça, Real, Manu, City olamayız, orada bambaşka bir dünya var, yakalaması çok zor gelirler var ama size bir alt kategorinin en iyisi olabilmeyi vadedebilirim. Yani 1 ve 2 no’lu kupalarda devamlı yarışma içinde olan, genellikle son 8 ve üstünde olan, dönem dönem büyükleri eleyerek kupalar kazanabilen, her sene katılım gelirlerinden yararlanan, en önemlisi alt yapısından yetiştirdiği ya da genç yaşta alıp geliştirdiği isimleri büyüklere güzel paralara satan bir proje takımı olmayı... Özetle Benfica, Porto olabilmeyi. Ki eğer başarırsak onlardan çok daha iyi oluruz zira onlara göre çok daha büyük bir taraftar sayısına, kitlesine, kulüp yapısına ve potansiyele sahibiz.’’

Geniş çaplı düşünemeyen bir gençken etrafıma hep aynı saçma fikri sunardım. ‘’Abi transfere her yıl minimum 15 harcıyoruz. Bu yıl o 15’in 10’unu verelim Benfica’nın scout ekibine, yetiştiricilerine, komple onları transfer edelim...’’ Tam bir kıraathane cümlesiydi benimki ama mantığımın özünde Benfica, Porto, Lisbon olmak vardı. Şimdi biliyorum ki ekibi komple almak değil, ekibe o kulüpteki dünyayı sunabilmekte mesele... Yani o yüzden Ali Koç’tan duyduğum bu sözler çok heyecanlandırmıştı beni.

Maalesef bu heyecanla başladığımız serüvende günlük değil, ömürlük düşünmek isteyen başkan, günü hatta hemen şu saliseyi düşünüp bir karar almak zorunda olduğu noktaya geldi. Sorun 16. Sırada olmamız değil, Cocu’yla bile en kötü ihtimalle ilk 8’den aşağıda bitmez bu yıl. (Büyüklerimin ciddi ciddi ettiği düşme lafları bana çok tuhaf geliyor...) Ancak dediğim gibi bu serüvende ilk yol ayırıma kesinlikle geldik. Çünkü 9.haftaya kadar sabretmeyi seçen kesimin tutunduğu 2 dal da kırıldı. İlki yazının tepesindeki cümlede saklı... Cocu’nun PSV’deki başarısız geçen ilk yılı. İkincisi de başkanın projeme inanın diyerek sunduğu sabır temennisi...

1- Cocu’nun PSV’de ilk yılı 8.tamamlayıp sonra 3 yıl ligi süpürmesi meselesi platonik aşık olduğun insanın gece gece mesaj atması gibi, kantinde omzuna dokunması gibi mevzu. Tam gözden çıkaracakken o bi geliyor insanın aklına, o lanet umut bi düşüyor mideye...

2- Yazdığım yazılarda da dost sohbetlerimde de yıllardır savunduğum şeydir. Bir kere de birine teslim edilsin o koltuk, bi 5 yıl kalsın. Daha kötü olamaz, en az bu düzendeki kadar şampiyonluk görürüz derim... Daha önce yazdığım gibi en çok da Daum için düşünmüşümdür bunu. 2003-2018 arası kalsaydı şu anki tablodan daha iyi olur muydu garantisi yok tabii ama eminim daha kötü olmazdı. En azından 15 yıllık bir oyun düzeni, antrenman düzeni, tesis disiplini, transfer sistemi, kulübe kültürü, kurum kültürü yaratırdı. Tıpkı Alex Ferguson gibi... Evet başkan işte tam bu noktalara temas ederek yola koyuldu. Heyecanımız bu yüzden. Bu yüzden sabretmemiz gerektiğini söyleyip (içten içe umudumu yitirsem de) etrafıma poizitifi yaymaya çalıştım. Ancak 9 hafta boyunca mide kramplarımı bastırdığım, o zarif suratındaki pozitif hissiyatın duygularımı manipüle etmesine izin verdiğim Cocu; bana 10 sene sabredip o kulübeyi teslim edelim dedirtmeyi, etrafımla bu yüzden kavga etmeyi hak edecek ufacık bir ışığı göstermeyi geçtim, birkaç kez kırpsın, ufacık bir parlasın, bi selektör çaksın. Yok... Aksine hocanın teknik tahtasında her hafta karanlığın yeni bir tonunu keşfediyorum. Kayboluyorum, geri dönemiyorum...

Sağ beki olmadığı için yerine hücum yönü zayıf sol bekini, önünde de savunma katkısı sıfır Robinho’yu oynatan rakibe karşı; savunma zafiyeti argümanından ötürü az süre aldığı söylenen Valbuena’nın oynatılmamasını (Valbuena için bundan kaymaklı bir maç olamazdı...), Avrupa’nın son 5 yılını baz alarak en iyi 20 sol açık oyuncusu listesi yapsak en en kötü 21’inci olacak (ki bence ilk 15’e dahi girer) Ayew’in bir kez bile solda oynatılmamasını, takımda modern futbolun gerçeklerine uygun tek kanat oyuncusu olan ve sezona epik başlayan genç Barış’ın, sakatlıkla sezona giren vasat Aatıf’tan daha az süre/ şans almasını ve günün sonunda defolu Sivas sağı karşısında o kanatta İsmail’in seçilmesini, 13 resmi maçta hangi sistemle ve hangi ilk 11'le oynayacağına karar hala verememesini***, her hafta farklı bir kadronun, aynı maç içerisinde 7 ayrı dizilişi oynamaya çalışmasını, PSV’de sekiz numaralarını taşıyıcı kolon yapan adamın, elindeki en iyi sekiz numara olan ve bence tüm sistemi dahi üzerine kurabileceği (Van Ginkel’i yapabileceği) Ekici’ye hiç şans vermemesini -sebep güçsüzlüğü ise de- onu 10 dakikada adelesinden sakatlanacak kadar! Hazır hale getirememesini aşamıyorum.

Elif Elmas’ın tüm bu karmaşa içindeki gerileyişini, yalnızlıktan eriyişini ve en önemli 2-3 senesinin ilk 2’sinin gözlerimiz önünde sıfıra sıfır elde var sıfırla geçişini, böyle giderse kendisinden beklenti büyük olduğu için zamanla ıslıklanma hatta bir sonraki adımda Empoli’ye kiralayıp  kurtulduk diyeceğimiz! hale getirme yolunda ilerleyişimizi aşamıyorum. Hocanın her maç sonrasında özür dilemesini ve sadece kendinin görebildiği tuhaf olumlu yanları bizim göremeyişimizi, falan filan...(Sabaha kadar yazabilirim sanırım.) AŞAMIYORUM.

PSV’de vira bismillah dediğinde önünde tertemiz, bembeyaz bir defter vardı. Gencecik, enerjik, aç ve özgüveni inşa edilecek bir kolej takımı... Öyle ki kulüp kararı ile Avrupa’yı çok önemsemeyelim, kulvar sayısını düşürelim denilecek kadar  ferah bir çalışma alanı... Bilakis Benfica’yı! neden yenemediğimiz kavgaları ile başladığı buradaki serüvende ise kendisine ortasına kadar 4 yıldır yazıldıkça yazılmış bir defter, tüm yazılanlar karalanarak ‘’al ortasından aç, #yeniden başla’’ diye teslim edildi. Yarıdan çoğu düşüşe geçmiş yaşlılar, enerjisi dip, karnı hiç tok olmasa da asla aç insan reaksiyonları göstermeyen yenikler, göz ardı edilen ya da çaresizce savaşan wonderkidler, yerlerde sürünen özgüveni tekrar yükseltilecek karman çorman bir takım... Üstelik defteri veren ve denetleyen de Fransız bir direktör.

Ben artık ilk 9 haftadaki ben değilim. Çünkü Mayıs’ta zaten başkanın konuşmaları ile gözden çıkardığım bu senenin sonunda Cocu ile ikinci sene PSV hikayesini yazma ihtimaline, her şeyin güzel olacağına inanmıyorum. Başarılı olmasını gerçekten çok istedim ancak saha içi ve iletişim performansı ile klişecileri haklı çıkartıyor. Üstelik kendisine referans gösterilen diğer ‘’başarısız Hollandalı hocalar’’ kadar olabilmesi için ede pey bir fırın ekmek yemesi gerek.

Anladığım kadarıyla büyük bir facia olmazsa! Daha ne kadarı facia bilemiyorum ama herhalde Allah korusun Galatasaray ve Trabzon deplasmanlarında çok kötü senaryolar ya da ikinci bir Rize/ Zagreb çıkmazı yaşanmazsa en az Ocak ayına kadar bu filmi izlemeye devam edeceğiz. Şu an tek ümidim başkan ve yönetimin de –eğer kaldıysa- o midelerindeki tuhaf duyguyu, umudu bir an önce yok edip yaşadığımız hissizliği hissetmeleri ve gerçeklerle yüzleşmeleri. (Zira bu saatten sonra imkanlar dahilinde ne onlar Cocu’ya PSV’deki hayatı sunabilir, ne Cocu onlara çok uzun süre sabretsek dahi bize vaat edilen geleceği verebilir.) Ancak bu yüzleşmeyi başkanın Benfica, Porto olma hayali için çizdiği hiçbir adımdan taviz vermeden yapmaları... Yani şayet birgün karar verilirse vazgeçilen Comolli olsun, sportif direktörlük yapısı değil, vazgeçilen Cocu olsun, genç, potansiyelli, sistem takımı yaratma hayali kurulan, kariyer hedefleri olan bir hoca ile çalışma isteği değil ve vazgeçilen Badia olsun, altyapı için düşünülen uzun vadeli hedefler değil...

Bize ise yine tek şey kalıyor: geleni, gideni, kalanı boş verip Fenerbahçemize hep destek, tam destekten asla vazgeçmemek...

-------    ----------   ----------   ----------  --------- -----------  ----------- ----------- ----------- ----------

*** Profesyonel mesleğim olmadığı için taktik, sistem, fizik kondisyon vb. konuları olabildiğince kurcalamayarak itici olmamaya çalışıyorum. Ancak tabii ki benim de bir fikrim, bir beklentim var. Beklentiler uzun sürer, girmeyeyim ama elimizdeki kadro yapısına en uygun olacağını düşündüğüm sistemi ilk defa paylaşasım var. (Sanırım zaten Cocu 17 farklı şey denedi bir tek bunu denemedi) 

4-1-4-1:
Top rakipteyken Benzia ve Elif'in açıldığı ve Slimani ile birlikte presi başlattığı, Barış ve Alper'in içeri yanaşıp Jailson'la birlikte ortayı 3'lediği bir yapı...

İlerideki 4'lü eküri kontra'ya hızlı çıkar. Geriye çabuk döner, Sırtı dönük muazzam oynayan Slimani sayesinde çok pozisyona girer, ver-kaç yapar, sıfıra iner, içe katedip yayı kullanır, çok ara pas çıkarır, şut atar, takım savunmasına kesinlikle katkı verir, skor ne olursa olsun asla ''mücadele etmediler'' dedirtmez. Kişi başı 11 KM'nin altına düşmez, tüm bunların yanında Benzia, Barış, Elif'le ince iş de yapabilir. Bizim en sevdiğimiz şeydir sonunda bir şey çıkmayacağını bilse de taça çıkacak topun peşinde tek başına depar atan gençler. Tuncay gibi Serhat gibi... Bu kadro öyle sahipsiz çok topu kovalar, çok sahiplenilir, çok insanın ertesi maça gidesini getirir... Bu sistemdeki en önemli rolü üstlenecek Jailson bu işin üstesinden gelir mi? Beklemedeyim... Şener ve Hasan Ali'nin ise Pereira dönemindeki kadar katkısı bu lig için fazlasıyla iş görür. Buraya yazması kolay, elbette sahaya dökülünce işler sandığım gibi çıkmayabilir ama bu hissizlik durumundan öylesine bıktık ki en azından ''mücadele etmediler dedirtmez'' kriterine inandığım için tek geçerim bu kadroyu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder