4 Ekim 2018 Perşembe

KORKUYORUM


En kötü sezonum; Ali Akdeniz’in Ortega ile aynı idmana çıkabildiği için her gece Tanrıya şükretmek yerine onu asansöre almadığına dair hikayelerin dolaştığı Lorant’lı 2002-03 kahır sezonudur sevgili okur. Asla bitmeyen ve devamlı tekrar eden bir kabus gibiydi. Ancak ufak yaşta bir çocuk/genç olarak o sezon dahi tutunacak bir şeylerim vardı. Başta tabii ki Rapaic... Sonra Ortega ve al yanaklı, turbo ciğerli genç Tuncay. Düşünün öyle bir kahırdı ki; Tanrı o birçok Pazartesi günü okula başı önde giden çocukların haline daha fazla dayanamayıp tüm o kabus sezona değecek bir mutluluk için Kasım ayının 6'sında oynanan bir erteleme maçı hediye etti.

Cocu’lu sezonun o kadar vahim noktalanacağını düşünmüyorum. Noktalansa dahi biz büyükler için tutunacak yegane şey hep olduğu gibi o kudretli arma olacak. Bu da gelir bu da geçer diyebiliyoruz. Ancak şimdinin çocuk/gençleri yani gelecek jenerasyonlarımızın, senelerdir tutunacak bir şey bulamamanın yorgunluğunu yaşamaları beni çok üzüyor. Vizyon, proje, kurumsallık , ekonomi nedir umursamayan, Rapaic’in bir şutu, Ortega’nın bel kıran çalımları dışında beklentisi ve heyecanı kalmayan bir çocuk gibi olsam mabetteki derbi geleneğimiz dışında kendime siper edeceğim tek bir kalkan bulamazdım.

Tüketim canavarı, çok farklı bir duygusal ve sosyal zeka. Doyumsuz ve istediği her şeyin, hemen, burada, şu anda ve devamlı olması sevdalısı bir nesil. 5 yaşındaki de böyle 15 yaşındaki de. İşte bu nesillere alışılmış, öğrenilmiş çaresizlik sendromunun aşılanmasından, yani yeni Beşiktaş olmaktan çok korkuyorum. Ne demek istediğimi daha net anlatmak için kaynak göstereyim:

   


0:22'de dişçinin bir türlü uyuşmayan dişi çekemeyeceğini söylediği Beşiktaş taraftarının ''biz Beşiktaşlıyız bize o acı koyar mı?'' minvalindeki cevabı... Kendimi bildim bileli Beşiktaşlının DNA'sına işlemiştir bu ruh hali. O neslin üzerinden tasarlandığını düşündüğüm adımların sonunda, 10-15 yıl sonra bu karakteri sarı lacivert çubuklu ile işlemelerinden korkuyorum.

******

Yıllarca Avrupa devlerine karşı bile galibiyet serisi bozucusu olarak nam yapmamıza rağmen ‘’galip gelemeyen takım yoktur, Fenerbahçe ile oynamamış takım vardır’’ söylemi bu sıralar içi dolu bir niyetle havada uçuşuyor. ‘’Bu takım artık kaybedendir, kalibresi, hali, vakti budur, vasat, çöp, bundan ibaret, alışın!’’ gibi kodlar sistematik olarak aşılanıyor. Üstelik bu strateji zaman zaman da ülke tarihinin gelmiş geçmiş en görkemli takımı olan basketbol takımımız üzerinden bambaşka tehlikeli bir hesapla yürütülüyor... 

İsminden ve sahibinden ne olduğunu gayet iyi bildiğimiz şu müsveddenin --------------------->
manşetindeki amaç; öğrenilmiş çaresizlik kodlarını işlerken basketboldaki yıllarca keyfini süreceğimiz keyfi de negatif tarafa çekebilmek. Basketbol takımını ve omuzlarımızda taşıttığı gururu futboldaki başarısızlıkla aynı sepette değersizleştirmeye çalışmak... İşte maalesef medyanın 3 Temmuz sonrası tüm yemlerini yediğimiz, tüm planlarının ekmeğine yağ sürdüğümüz için bu büyük yemleri de yutup o kulvarda da inşa edilen yapıyı zedelememizden korkuyorum.


******



Galatasaray’ın Avrupa’da başarılı olduğu yıllarda dahi ilk sırada hep Fenerbahçe’ye yer veren TV ve gazeteler; özellikle Beşiktaş’ın iletişim anlamında atılımlar yaptığı (Türkiye'nin en başarılı reklam ajansı ile anlaşarak başladılar...) ve sağlam! İlişkilerinin gölgesinde ferahlamaya başladığı 2015 yılından bu yana -en büyük reytingi daima bizden alacaklarını bildikleri halde- 
bize ikinci veya üçüncü sırada yer vermeye başladılar. Bilinçli olarak yapılmaya çalışılan bu FB-BJK konumlandırılmış imaj transferi durumu, istedikleri kadar uğraşsalar da sosyolojik olarak pek mümkün değil diye düşünsem de... Azımsanmayacak bir grup, kaşla göz arasında trollerin de etkisi ile efsanemiz Kocaman’a vasat, yıllarca bu formayı vatanı gibi giymiş olan kaptanına çöp diyebilecek duruma; ''şu hayatta hep mi kaybedeceğiz'' moduna getirildi. Bölündü, kutuplaştı. Dış mihraklara olan ve olması gereken öfkesini birbirine yansıtmaya başladı. Yani bu grubun en sıkı takipçisi olan ve yaşı gereği her verileni almaya açık olan çocuklarımızın rakip taraftarlar arkadaşlarının da aynı dille yüklendiğini düşünürsek: ''Hep kaybeden 3'üncü büyük'' psikolojisi ile büyümelerinden korkuyorum...

******

Onlara ve herkese çok iyi anlatmamız, aktarmamız gereken tablo şu şekilde: 

2003-2004: 
12004-2005: 1
2005-2006: 2 (Denizli kumpası) 
2006-2007: 1
2007-2008: 2
2008-2009: 4 
2009-2010: 2 (El birliği ile Bursa darbesi)
2010-2011: 1
2011-2012: 2 (I love you hocam)
2012-2013: 2 (I love you hocam)
2013-2014: 1
2014-2015: 2 (Faili meçhul Sürmene katliam girişimi) 
2015-2016: 2
2016-2017: 3
2017-2018: 2 (Çakır ve B.Yıldırım sağ olsun)


Kalın harfli yazılan yıllar haricinde üç büyükler arasında hocalar da kardolar da PFDK'lar, federasyonlar da değişse her yıl şampiyonluk yarışında olan tek takım biziz. Yanında parantez olan 6 tane 2'nciliğin hikayelerini de çok iyi biliyoruz... Bu tabloyu  ''kaybeden'' diye sıfatlandırılmak da neresinden baksan andavallık... Maalesef içimizde çift ön libero nefreti, defansif futbol gibi saçmalıklara kulak kesilirken bu bahsettiğim ciddi andavallıklara gözlerini yuman ciddi kalabalıklar var. 

******


Bu korktuğum senaryo başarılı ilerledikçe kulübümüzün marka kimliği, kurumsal hafızası, imajı, DNA’sı da evrimleşmeye başlıyor. Yönetimin buna acilen dur demesi gerekiyor. Bıçağın kemiğe dayandığı yerdeyiz. (Tabii ki sportif tarafın etkisi de çok büyük ancak o tarafta yapılması gerekenlerle ilgili fikir beyan etmek istemiyorum zira türkücü ali şan, salça reis, ahmet çakan falan yapıyor onu...) İletişim kanadında çok saldırgan reaksiyon göstermeliyiz. Bu savaşı kazanmak için bize ilmik ilmik örülmüş, sabırla ilerlenmesi gereken uzun bir stratejik süreç gerekiyor. Tabii ki sektördeki en büyük reklam ajanslarından biri olan 4129 Grey ve PR ajansı bunu zaten düşünüyor ve çalışıyordur ama kişisel görüşümce acilen yapmaları gereken şey, süreç için attıkları ilk adım olan ve bahsettiğim kaybeden algısını kabul eden, yukarıdaki tabloyu da çöpe atan #Yeniden söylemini acilen yok etmek ve kurumsal kimliğimize daha uygun bir dil ile meydan okumak olmalı. 

Centilmenlik duygusuna sonsuz destek vermekle birlikte haketmeyen bir güruha karşı mütevazilik durumundan vazgeçilmeli. En basitinden örneklersek; ülkenin en önemli 5 makamından biri olan Fenerbahçe başkanlığı Anıtkabir'deki Atası, kurucuları ve kendi efsaneleri dışında kimsenin önünde ceket iliklememeli! 
Yeşilçam'daki, Hababam Sınıfı'ndaki o naif Fenerbahçe sevgisini yani Halkın Takımı imajımızı korumalı ancak rakiplerine karşı 28 şampiyonlukla ezici bir üstünlük sağlamış bi takım olarak mağrur duruşumuzu asla kaybetmemeliyiz. 

******

Özetle; korkuyorum renktaş. Belki de yersiz bi korku benimkisi ama yürütülen bu manipülasyon savaşının ilk olmadığını, tüm illerde çoğunluğun sempati duyduğu, ''Halkın Takımı'' Fenerbahçe sevgisinin 80'li yıllarla birlikte hıncal ve türevlerinin hakimiyeti sonrası nasıl nefrete dönüştüğünü büyüklerim daha iyi bilir. Bu yeni ve topyekün denemelerinde karşılarında kemik gibi birleşmiş, tüm gücüyle savaşacak Kocaman bir aile olamadığımız için korkuyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder