24 Ekim 2018 Çarşamba

HİSSİZLİK


‘’Cocu PSV’deki ilk yılında da böyleydi, sonra 3 yıl ligi süpürdü...’’

Başkan Mayıs’ta bize hayalini kurduğumuz; günlük değil, uzun ömürlü düşünen, proje temelli, genç, dinamik, çağdaş bir vizyon vadetti. Tüm konuşmaları arasında bir programda söylediklerini ilk sırama almıştım: ‘’Hayallerimi, hedeflerimi gerçekleştirebilmem için en az 2 döneme ihtiyacım var. Bu 2 dönem sonunda size en büyüklerle yarışmayı vadedemem. Barça, Real, Manu, City olamayız, orada bambaşka bir dünya var, yakalaması çok zor gelirler var ama size bir alt kategorinin en iyisi olabilmeyi vadedebilirim. Yani 1 ve 2 no’lu kupalarda devamlı yarışma içinde olan, genellikle son 8 ve üstünde olan, dönem dönem büyükleri eleyerek kupalar kazanabilen, her sene katılım gelirlerinden yararlanan, en önemlisi alt yapısından yetiştirdiği ya da genç yaşta alıp geliştirdiği isimleri büyüklere güzel paralara satan bir proje takımı olmayı... Özetle Benfica, Porto olabilmeyi. Ki eğer başarırsak onlardan çok daha iyi oluruz zira onlara göre çok daha büyük bir taraftar sayısına, kitlesine, kulüp yapısına ve potansiyele sahibiz.’’

Geniş çaplı düşünemeyen bir gençken etrafıma hep aynı saçma fikri sunardım. ‘’Abi transfere her yıl minimum 15 harcıyoruz. Bu yıl o 15’in 10’unu verelim Benfica’nın scout ekibine, yetiştiricilerine, komple onları transfer edelim...’’ Tam bir kıraathane cümlesiydi benimki ama mantığımın özünde Benfica, Porto, Lisbon olmak vardı. Şimdi biliyorum ki ekibi komple almak değil, ekibe o kulüpteki dünyayı sunabilmekte mesele... Yani o yüzden Ali Koç’tan duyduğum bu sözler çok heyecanlandırmıştı beni.

Maalesef bu heyecanla başladığımız serüvende günlük değil, ömürlük düşünmek isteyen başkan, günü hatta hemen şu saliseyi düşünüp bir karar almak zorunda olduğu noktaya geldi. Sorun 16. Sırada olmamız değil, Cocu’yla bile en kötü ihtimalle ilk 8’den aşağıda bitmez bu yıl. (Büyüklerimin ciddi ciddi ettiği düşme lafları bana çok tuhaf geliyor...) Ancak dediğim gibi bu serüvende ilk yol ayırıma kesinlikle geldik. Çünkü 9.haftaya kadar sabretmeyi seçen kesimin tutunduğu 2 dal da kırıldı. İlki yazının tepesindeki cümlede saklı... Cocu’nun PSV’deki başarısız geçen ilk yılı. İkincisi de başkanın projeme inanın diyerek sunduğu sabır temennisi...

1- Cocu’nun PSV’de ilk yılı 8.tamamlayıp sonra 3 yıl ligi süpürmesi meselesi platonik aşık olduğun insanın gece gece mesaj atması gibi, kantinde omzuna dokunması gibi mevzu. Tam gözden çıkaracakken o bi geliyor insanın aklına, o lanet umut bi düşüyor mideye...

2- Yazdığım yazılarda da dost sohbetlerimde de yıllardır savunduğum şeydir. Bir kere de birine teslim edilsin o koltuk, bi 5 yıl kalsın. Daha kötü olamaz, en az bu düzendeki kadar şampiyonluk görürüz derim... Daha önce yazdığım gibi en çok da Daum için düşünmüşümdür bunu. 2003-2018 arası kalsaydı şu anki tablodan daha iyi olur muydu garantisi yok tabii ama eminim daha kötü olmazdı. En azından 15 yıllık bir oyun düzeni, antrenman düzeni, tesis disiplini, transfer sistemi, kulübe kültürü, kurum kültürü yaratırdı. Tıpkı Alex Ferguson gibi... Evet başkan işte tam bu noktalara temas ederek yola koyuldu. Heyecanımız bu yüzden. Bu yüzden sabretmemiz gerektiğini söyleyip (içten içe umudumu yitirsem de) etrafıma poizitifi yaymaya çalıştım. Ancak 9 hafta boyunca mide kramplarımı bastırdığım, o zarif suratındaki pozitif hissiyatın duygularımı manipüle etmesine izin verdiğim Cocu; bana 10 sene sabredip o kulübeyi teslim edelim dedirtmeyi, etrafımla bu yüzden kavga etmeyi hak edecek ufacık bir ışığı göstermeyi geçtim, birkaç kez kırpsın, ufacık bir parlasın, bi selektör çaksın. Yok... Aksine hocanın teknik tahtasında her hafta karanlığın yeni bir tonunu keşfediyorum. Kayboluyorum, geri dönemiyorum...

Sağ beki olmadığı için yerine hücum yönü zayıf sol bekini, önünde de savunma katkısı sıfır Robinho’yu oynatan rakibe karşı; savunma zafiyeti argümanından ötürü az süre aldığı söylenen Valbuena’nın oynatılmamasını (Valbuena için bundan kaymaklı bir maç olamazdı...), Avrupa’nın son 5 yılını baz alarak en iyi 20 sol açık oyuncusu listesi yapsak en en kötü 21’inci olacak (ki bence ilk 15’e dahi girer) Ayew’in bir kez bile solda oynatılmamasını, takımda modern futbolun gerçeklerine uygun tek kanat oyuncusu olan ve sezona epik başlayan genç Barış’ın, sakatlıkla sezona giren vasat Aatıf’tan daha az süre/ şans almasını ve günün sonunda defolu Sivas sağı karşısında o kanatta İsmail’in seçilmesini, 13 resmi maçta hangi sistemle ve hangi ilk 11'le oynayacağına karar hala verememesini***, her hafta farklı bir kadronun, aynı maç içerisinde 7 ayrı dizilişi oynamaya çalışmasını, PSV’de sekiz numaralarını taşıyıcı kolon yapan adamın, elindeki en iyi sekiz numara olan ve bence tüm sistemi dahi üzerine kurabileceği (Van Ginkel’i yapabileceği) Ekici’ye hiç şans vermemesini -sebep güçsüzlüğü ise de- onu 10 dakikada adelesinden sakatlanacak kadar! Hazır hale getirememesini aşamıyorum.

Elif Elmas’ın tüm bu karmaşa içindeki gerileyişini, yalnızlıktan eriyişini ve en önemli 2-3 senesinin ilk 2’sinin gözlerimiz önünde sıfıra sıfır elde var sıfırla geçişini, böyle giderse kendisinden beklenti büyük olduğu için zamanla ıslıklanma hatta bir sonraki adımda Empoli’ye kiralayıp  kurtulduk diyeceğimiz! hale getirme yolunda ilerleyişimizi aşamıyorum. Hocanın her maç sonrasında özür dilemesini ve sadece kendinin görebildiği tuhaf olumlu yanları bizim göremeyişimizi, falan filan...(Sabaha kadar yazabilirim sanırım.) AŞAMIYORUM.

PSV’de vira bismillah dediğinde önünde tertemiz, bembeyaz bir defter vardı. Gencecik, enerjik, aç ve özgüveni inşa edilecek bir kolej takımı... Öyle ki kulüp kararı ile Avrupa’yı çok önemsemeyelim, kulvar sayısını düşürelim denilecek kadar  ferah bir çalışma alanı... Bilakis Benfica’yı! neden yenemediğimiz kavgaları ile başladığı buradaki serüvende ise kendisine ortasına kadar 4 yıldır yazıldıkça yazılmış bir defter, tüm yazılanlar karalanarak ‘’al ortasından aç, #yeniden başla’’ diye teslim edildi. Yarıdan çoğu düşüşe geçmiş yaşlılar, enerjisi dip, karnı hiç tok olmasa da asla aç insan reaksiyonları göstermeyen yenikler, göz ardı edilen ya da çaresizce savaşan wonderkidler, yerlerde sürünen özgüveni tekrar yükseltilecek karman çorman bir takım... Üstelik defteri veren ve denetleyen de Fransız bir direktör.

Ben artık ilk 9 haftadaki ben değilim. Çünkü Mayıs’ta zaten başkanın konuşmaları ile gözden çıkardığım bu senenin sonunda Cocu ile ikinci sene PSV hikayesini yazma ihtimaline, her şeyin güzel olacağına inanmıyorum. Başarılı olmasını gerçekten çok istedim ancak saha içi ve iletişim performansı ile klişecileri haklı çıkartıyor. Üstelik kendisine referans gösterilen diğer ‘’başarısız Hollandalı hocalar’’ kadar olabilmesi için ede pey bir fırın ekmek yemesi gerek.

Anladığım kadarıyla büyük bir facia olmazsa! Daha ne kadarı facia bilemiyorum ama herhalde Allah korusun Galatasaray ve Trabzon deplasmanlarında çok kötü senaryolar ya da ikinci bir Rize/ Zagreb çıkmazı yaşanmazsa en az Ocak ayına kadar bu filmi izlemeye devam edeceğiz. Şu an tek ümidim başkan ve yönetimin de –eğer kaldıysa- o midelerindeki tuhaf duyguyu, umudu bir an önce yok edip yaşadığımız hissizliği hissetmeleri ve gerçeklerle yüzleşmeleri. (Zira bu saatten sonra imkanlar dahilinde ne onlar Cocu’ya PSV’deki hayatı sunabilir, ne Cocu onlara çok uzun süre sabretsek dahi bize vaat edilen geleceği verebilir.) Ancak bu yüzleşmeyi başkanın Benfica, Porto olma hayali için çizdiği hiçbir adımdan taviz vermeden yapmaları... Yani şayet birgün karar verilirse vazgeçilen Comolli olsun, sportif direktörlük yapısı değil, vazgeçilen Cocu olsun, genç, potansiyelli, sistem takımı yaratma hayali kurulan, kariyer hedefleri olan bir hoca ile çalışma isteği değil ve vazgeçilen Badia olsun, altyapı için düşünülen uzun vadeli hedefler değil...

Bize ise yine tek şey kalıyor: geleni, gideni, kalanı boş verip Fenerbahçemize hep destek, tam destekten asla vazgeçmemek...

-------    ----------   ----------   ----------  --------- -----------  ----------- ----------- ----------- ----------

*** Profesyonel mesleğim olmadığı için taktik, sistem, fizik kondisyon vb. konuları olabildiğince kurcalamayarak itici olmamaya çalışıyorum. Ancak tabii ki benim de bir fikrim, bir beklentim var. Beklentiler uzun sürer, girmeyeyim ama elimizdeki kadro yapısına en uygun olacağını düşündüğüm sistemi ilk defa paylaşasım var. (Sanırım zaten Cocu 17 farklı şey denedi bir tek bunu denemedi) 

4-1-4-1:
Top rakipteyken Benzia ve Elif'in açıldığı ve Slimani ile birlikte presi başlattığı, Barış ve Alper'in içeri yanaşıp Jailson'la birlikte ortayı 3'lediği bir yapı...

İlerideki 4'lü eküri kontra'ya hızlı çıkar. Geriye çabuk döner, Sırtı dönük muazzam oynayan Slimani sayesinde çok pozisyona girer, ver-kaç yapar, sıfıra iner, içe katedip yayı kullanır, çok ara pas çıkarır, şut atar, takım savunmasına kesinlikle katkı verir, skor ne olursa olsun asla ''mücadele etmediler'' dedirtmez. Kişi başı 11 KM'nin altına düşmez, tüm bunların yanında Benzia, Barış, Elif'le ince iş de yapabilir. Bizim en sevdiğimiz şeydir sonunda bir şey çıkmayacağını bilse de taça çıkacak topun peşinde tek başına depar atan gençler. Tuncay gibi Serhat gibi... Bu kadro öyle sahipsiz çok topu kovalar, çok sahiplenilir, çok insanın ertesi maça gidesini getirir... Bu sistemdeki en önemli rolü üstlenecek Jailson bu işin üstesinden gelir mi? Beklemedeyim... Şener ve Hasan Ali'nin ise Pereira dönemindeki kadar katkısı bu lig için fazlasıyla iş görür. Buraya yazması kolay, elbette sahaya dökülünce işler sandığım gibi çıkmayabilir ama bu hissizlik durumundan öylesine bıktık ki en azından ''mücadele etmediler dedirtmez'' kriterine inandığım için tek geçerim bu kadroyu...

10 Ekim 2018 Çarşamba

seyirci - TARAFTAR


Aşağıda koyu sarı renkle yazılan yazıyı dün saat 17.30'da bitirmiş ancak bir şekilde paylaşmaktan vazgeçmiştim. Başkanın Gündem Özel programını izledikten sonra keşke dün paylaşsaydım desem de kısmet bugüneymiş. Tamamen karamsar hislerle yazdıklarımdan sonra bu programın üzerine -ki bence başkanın bugüne kadarki en başarılı konuşma performansıydı. Tamer Bağlan ustanın söylemi ile ''Ali Koç'un başkanlığı adeta bugün başladı'' dedirtecek kadar...- Ali Koç kanadından gelmesi gereken reaksiyonda bir çok cevap bulduğum ve yazının Ersun Yanal ayağı da şimdilik elemine edildiği için birazcık daha müsterihim birazcık diyorum çünkü programın ilk saniyesinden son karesine kadar Twitter'da gördüğüm şey yine bölünmüşlüktü... 

Tüm kutuplar neredeyse daha da hırçınlaştı. Özellikle de Aykut Kocaman'ı korumaya çalışan grup... Oysa bu savunma psikolojisi o kadar gereksiz ki. Zira o ekip Daum, Zico, Ersun Yanal, İsmail Kartal varken de vardı. Aykut Kocaman ile bu skandalı örtüştürmek ancak fenomenlerin ya da hakem eskisi TV kaşarlarının işi olabilir. Aykut Kocaman 96 yılında en canı yandığında dahi Fenerbahçesini zedeleyecek tek söz etmemişken, bence geçiniz...  

Fenomenler ve anlık hareket eden kesim ise bugün saat 14.30'a kadar Cocu'yu idam sehpasına götürecek bir referanduma evet diyecek modda iken inanılmaz bir gaza gelerek ''demek bunlardan ötürü 15.sıradaymışız'' sığlığında bir kredi açtı Hollandalıya. O kredinin 1 mağlubiyete bakacağını bilmesem umutlanırdım ama umut etmeyi bırakalı çok oldu... Son paragrafta Ali Koç'un ya da herhangi bir kulüp personelinin cevaplayamayacağı ve kesinlikle çözülmesi gereken koca bir kaygı var ki işte o kaygıyı mevcut durum düzelene kadar paylaşmaktan vazgeçmeyeceğim

Mevzu öyle bir yere gidiyor ki, artık senaryoda yer alan tüm isimlerden tek tek soğumaya başlıyorum sevgili okur. Temmuz 2011’de ülke fethedecek motivasyona, birliğe sahip bir topluluk 7 senede malum terör örgütünün bile hedefleyip de başaramadığını yaşamaya gidecek kadar vahim hallere doğru ilerliyor.

10 Temmuz’da Caddebostan’da bir tane bile o'cu, bu'cu, şu'cu yoktu. Resmi rakamlarla 300 binden fazla, ortak kanımızca ise 600 bini geçkin ‘’sadece Fenerbahçeli’ydik. Fenerbahçe’ydik. Sağa dönüyordum milyonlar kazanan sanatçıya rastlıyordum; solumda 10 TL olduğu için bayrak alamayan babaya... Cumhuriyetimizin her kesimiyle tek vücuttuk, kol kolaydık. İsviçre’ye, UEFA’ya yürüyoruz dense itiraz etmeden yürüyecek bir motivasyonla, öfkeyle, ruhla, aşkla yürüyorduk.  Asla unutmam yolun ortalarına geldiğimizde rahmetli Selçuk Yula, Cadde’deki bir mekanın balkonunda oturuyordu. Binlerce insan durmuş ve ona şarkılar söylemeye başlamıştık. O kibar jestleri ile önce bize el sallamış, ardından dayanamayıp on binlere ‘’sarı-lacivert’’ çektirmişti... Düşünüyorum da şu an aramızda olsaydı o Fenerbahçe gülüşlü adam bile ‘’şucu, bucu’’ olmakla suçlanacak ve bir kısmın sevmediği, karşı taraftaki bi’ efsaneye dönüşecekti. (Gerçi keşke aramızda olsaydı da...)

Aziz başkan, Ali başkan, Aykut Hoca ve Ersun Hoca bir araya mı gelirler, açıklama mı yayınlarlar, mimlenmiş futbolcuların ‘’bizim için değil arma için bi Fener Yak’’ dediği spot film mi çekerler bilmem. Taraftar grupları asla dışına çıkılmayacak ortak bir 90 dakikalık tezahürat akışı mı hazırlarlar, kulüp efsaneleri, sanatçılar birleşip mabette bir etkinlik mi düzenlerler, Acun Ilıcalı FBTV’ye Hollywood starları getirip Fenerbahçe forması mı giydirir! Bilmiyorum ama artık bu saçma dağınıklıktan cidden çok sıkıldım! Son 3 yılın en güçlü takımı ile oynarken 0-0 giden maçın bitmesine uzatmalarla birlikte 12 dakika kala, ‘’Ersun Yanal’’ şarkıları söyleyen adam 10 Temmuz’da caddede koluna girdiğim adamla aynı renkleri seviyor olamaz!

Hayır çelişkiye de bak, Ersun hoca belki de 6-7 maçı 90+ larda gelen son saniye golleri ile aldığı için şampiyon olabilmişti! Bu SEYİRCİ varken takımda 3 Egemen, 5 Webo da olsa o son saniye golleri ancak hayal olur... Hem sen o armanın, kazanabilecek 12 dakikasını nasıl gözden, gönülden çıkarabilirsin? Senin yerinde olamayan milyonların sesi olman gerekirken kişisel arzularını armanın önüne geçirme hakkını sana ne veriyor? Harcadığın bilet paran mı? O 12 dakika bir çocuğun Pazartesi günü okuldaki mutluluğunu, bir emekçinin gece uykusunu, kişileri değil armayı seven bizlerin sağlığını dahi şekillendiriyorken lütfen paran cebinde, vücudun evinde kalsın olur mu?

Kaldı ki bu kafayla bu SEYİRCİ adım gibi eminim ki ilk 11’den keseceği 2 yıldız transferden, alacağı 2 derbi mağlubiyetinden, bilmem kaç puan kaybından sonra; şu an şarkılar söyleyerek sözüm ona sahayı cezalandırıp, yönetime akıl verdiği hocasına da homurdanacaktır. Ersun Yanal’ın o leziz Nisan şampiyonluğunda hocalık kabiliyetinin yanı sıra, sahada %100 karakter gösteren ve takım olmuş oyuncularla dolu bir organizasyon şansı ve daha önemlisi koşulsuz şartsız destek veren TARAFTARI vardı. Şimdi ise Trnava maçının devre arasında tünelden Fenerbahçe çıktığı anda deplasmandaymışızcasına ıslıklayacak kadar dip yapmış, mabedi hak etmeyen utanç verici bir SEYİRCİ grubundan başkası yok. (Fenerbahçe’nin tünelden 30bin kişilik ıslıkla Kadıköy çimlerine basması... Bunu gerçekten aşamıyorum.) Mabet seyirci değil TARAFTARLA dolmadan, maç bitene kadar sadece ama sadece destek vermeden, kralı gelse sahada da bir yol olmaz. NOKTA!

Sosyal medyada takımın verdiği her reaksiyona karşı 90 dakika boyunca Aykut Kocaman’lı bir karşı tez sunulmasından sıkıldım. Aykut Kocaman bu kulübün efsanesidir ve göreceli bir total performansla (Bence adil oynanan bir ligde 3 net şampiyonluğu olacağı için başarılıdır.) her zaman olduğu gibi adına yakışır şekilde kendisine hakaret edenlere dahi tek kelam etmeden veda etmiştir. Teknik anlamda verilmiş ayrılık kararı çoktan geride kalmıştır. Adını Demokles’in kılıcı olarak kullanmanın bize gerçekten zerre faydası yok. NOKTA!

Aziz Yıldırım bu kulübe, ülke futboluna çağ atlatmıştır. Memleketin elden gitmesini engelleyen mücadelenin kıvılcımı, barutu, sembolüdür. Yahu her şeyi geçtim, arma uğruna hapis yatmıştır, ötesi var mı? Oyuncusunu atağa çıkarken ıslıklayan SEYİRCİDEN hangisi birkaç aylık bebesinden uzaktayken, karşısında kumpasın hakimleri, savcıları gözlerine müebbet düşleyen gözlerle bakıyor olsa ‘’son sözüm Fenerbahçe’’ diyebilir? Ülkesi adına Atatürk ilkelerini, demokrasiyi fazlasıyla savunduğu için başına gelmeyen kalmamış bu adam, hataları ve doğrularını cebine koyarak, demokrasiyle geldiği gibi demokrasiyle veda etmiştir. Biliyoruz elbet canını verir arma için ancak artık bir TARAFTAR olarak kalplerimizde, kulüp tarihinde altın sayfalarda durmaktadır. Yeni yönetime, yaptığı her hatada Aziz Yıldırım isimli yeni adisyonlar açmanın kulüp hesabına zerre yararı yoktur. NOKTA!

O lanet Temmuz ayında bunu yaşayarak gördüğü halde kendinden başka kimsenin bu kulübün kurtarıcısı olamayacağını anlayamadığı için, Ali Koç’a süper kahraman görevleri yükleyen kitle, pelerini ile göklerde uçamadığını gördüğü anda ona da saldıracak... Henüz 5 ay oldu, savunulacak yaptıkları ve inandığımız yapamadıkları kadar, savunulmayacak yaptıkları ile birlikte yürüyor. Fenerbahçe Kulübü’nün seçilmiş 37. Başkanıdır, bu kulüp ondan önce de en büyüktür, onunla da öyledir, ondan sonra da öyle olacaktır. Desteğimizi hak ediyor ancak bir kutbun neferi haline getirilmesinden, beklentileri, tuhaf romantiklikleri ve olmaması gereken ‘’karşı kutuptan’’ her tökezlemede gelen Aziz Yıldırım’lı kıyasları görmekten sıkıldım.

Tek bir doğruda yani FENERBAHÇE’de birleşmezsek -ki bu konuda artık en az birkaç yıl pek umudum kalmadı.- Ali Koç ile Aziz Yıldırım koalisyon da yapsa hatta harbiden peleriniyle uçabilen bir kahraman kulübün başına da gelse yıllardır boğuştuğun SİSTEM yıllardır olduğu gibi kazanır, sen de isimlerle uğraşmaya devam edersin. Çünkü biliyorum ki Fenerbahçe rakiplerini her isimle yener de, gözümüzden kaçırdığımız esas büyük mücadeleyi ancak TARAFTARIYLA kazanabilir... Yani formayı çıkarıp s****** gitmesi istenen futbolculardan önce (Affınıza sığınarak yazıyorum) son düdük çalana kadar Fenerbahçesi için bağırmayan TARAFTAR s***** gitsin! NOKTA!


4 Ekim 2018 Perşembe

KORKUYORUM


En kötü sezonum; Ali Akdeniz’in Ortega ile aynı idmana çıkabildiği için her gece Tanrıya şükretmek yerine onu asansöre almadığına dair hikayelerin dolaştığı Lorant’lı 2002-03 kahır sezonudur sevgili okur. Asla bitmeyen ve devamlı tekrar eden bir kabus gibiydi. Ancak ufak yaşta bir çocuk/genç olarak o sezon dahi tutunacak bir şeylerim vardı. Başta tabii ki Rapaic... Sonra Ortega ve al yanaklı, turbo ciğerli genç Tuncay. Düşünün öyle bir kahırdı ki; Tanrı o birçok Pazartesi günü okula başı önde giden çocukların haline daha fazla dayanamayıp tüm o kabus sezona değecek bir mutluluk için Kasım ayının 6'sında oynanan bir erteleme maçı hediye etti.

Cocu’lu sezonun o kadar vahim noktalanacağını düşünmüyorum. Noktalansa dahi biz büyükler için tutunacak yegane şey hep olduğu gibi o kudretli arma olacak. Bu da gelir bu da geçer diyebiliyoruz. Ancak şimdinin çocuk/gençleri yani gelecek jenerasyonlarımızın, senelerdir tutunacak bir şey bulamamanın yorgunluğunu yaşamaları beni çok üzüyor. Vizyon, proje, kurumsallık , ekonomi nedir umursamayan, Rapaic’in bir şutu, Ortega’nın bel kıran çalımları dışında beklentisi ve heyecanı kalmayan bir çocuk gibi olsam mabetteki derbi geleneğimiz dışında kendime siper edeceğim tek bir kalkan bulamazdım.

Tüketim canavarı, çok farklı bir duygusal ve sosyal zeka. Doyumsuz ve istediği her şeyin, hemen, burada, şu anda ve devamlı olması sevdalısı bir nesil. 5 yaşındaki de böyle 15 yaşındaki de. İşte bu nesillere alışılmış, öğrenilmiş çaresizlik sendromunun aşılanmasından, yani yeni Beşiktaş olmaktan çok korkuyorum. Ne demek istediğimi daha net anlatmak için kaynak göstereyim:

   


0:22'de dişçinin bir türlü uyuşmayan dişi çekemeyeceğini söylediği Beşiktaş taraftarının ''biz Beşiktaşlıyız bize o acı koyar mı?'' minvalindeki cevabı... Kendimi bildim bileli Beşiktaşlının DNA'sına işlemiştir bu ruh hali. O neslin üzerinden tasarlandığını düşündüğüm adımların sonunda, 10-15 yıl sonra bu karakteri sarı lacivert çubuklu ile işlemelerinden korkuyorum.

******

Yıllarca Avrupa devlerine karşı bile galibiyet serisi bozucusu olarak nam yapmamıza rağmen ‘’galip gelemeyen takım yoktur, Fenerbahçe ile oynamamış takım vardır’’ söylemi bu sıralar içi dolu bir niyetle havada uçuşuyor. ‘’Bu takım artık kaybedendir, kalibresi, hali, vakti budur, vasat, çöp, bundan ibaret, alışın!’’ gibi kodlar sistematik olarak aşılanıyor. Üstelik bu strateji zaman zaman da ülke tarihinin gelmiş geçmiş en görkemli takımı olan basketbol takımımız üzerinden bambaşka tehlikeli bir hesapla yürütülüyor... 

İsminden ve sahibinden ne olduğunu gayet iyi bildiğimiz şu müsveddenin --------------------->
manşetindeki amaç; öğrenilmiş çaresizlik kodlarını işlerken basketboldaki yıllarca keyfini süreceğimiz keyfi de negatif tarafa çekebilmek. Basketbol takımını ve omuzlarımızda taşıttığı gururu futboldaki başarısızlıkla aynı sepette değersizleştirmeye çalışmak... İşte maalesef medyanın 3 Temmuz sonrası tüm yemlerini yediğimiz, tüm planlarının ekmeğine yağ sürdüğümüz için bu büyük yemleri de yutup o kulvarda da inşa edilen yapıyı zedelememizden korkuyorum.


******



Galatasaray’ın Avrupa’da başarılı olduğu yıllarda dahi ilk sırada hep Fenerbahçe’ye yer veren TV ve gazeteler; özellikle Beşiktaş’ın iletişim anlamında atılımlar yaptığı (Türkiye'nin en başarılı reklam ajansı ile anlaşarak başladılar...) ve sağlam! İlişkilerinin gölgesinde ferahlamaya başladığı 2015 yılından bu yana -en büyük reytingi daima bizden alacaklarını bildikleri halde- 
bize ikinci veya üçüncü sırada yer vermeye başladılar. Bilinçli olarak yapılmaya çalışılan bu FB-BJK konumlandırılmış imaj transferi durumu, istedikleri kadar uğraşsalar da sosyolojik olarak pek mümkün değil diye düşünsem de... Azımsanmayacak bir grup, kaşla göz arasında trollerin de etkisi ile efsanemiz Kocaman’a vasat, yıllarca bu formayı vatanı gibi giymiş olan kaptanına çöp diyebilecek duruma; ''şu hayatta hep mi kaybedeceğiz'' moduna getirildi. Bölündü, kutuplaştı. Dış mihraklara olan ve olması gereken öfkesini birbirine yansıtmaya başladı. Yani bu grubun en sıkı takipçisi olan ve yaşı gereği her verileni almaya açık olan çocuklarımızın rakip taraftarlar arkadaşlarının da aynı dille yüklendiğini düşünürsek: ''Hep kaybeden 3'üncü büyük'' psikolojisi ile büyümelerinden korkuyorum...

******

Onlara ve herkese çok iyi anlatmamız, aktarmamız gereken tablo şu şekilde: 

2003-2004: 
12004-2005: 1
2005-2006: 2 (Denizli kumpası) 
2006-2007: 1
2007-2008: 2
2008-2009: 4 
2009-2010: 2 (El birliği ile Bursa darbesi)
2010-2011: 1
2011-2012: 2 (I love you hocam)
2012-2013: 2 (I love you hocam)
2013-2014: 1
2014-2015: 2 (Faili meçhul Sürmene katliam girişimi) 
2015-2016: 2
2016-2017: 3
2017-2018: 2 (Çakır ve B.Yıldırım sağ olsun)


Kalın harfli yazılan yıllar haricinde üç büyükler arasında hocalar da kardolar da PFDK'lar, federasyonlar da değişse her yıl şampiyonluk yarışında olan tek takım biziz. Yanında parantez olan 6 tane 2'nciliğin hikayelerini de çok iyi biliyoruz... Bu tabloyu  ''kaybeden'' diye sıfatlandırılmak da neresinden baksan andavallık... Maalesef içimizde çift ön libero nefreti, defansif futbol gibi saçmalıklara kulak kesilirken bu bahsettiğim ciddi andavallıklara gözlerini yuman ciddi kalabalıklar var. 

******


Bu korktuğum senaryo başarılı ilerledikçe kulübümüzün marka kimliği, kurumsal hafızası, imajı, DNA’sı da evrimleşmeye başlıyor. Yönetimin buna acilen dur demesi gerekiyor. Bıçağın kemiğe dayandığı yerdeyiz. (Tabii ki sportif tarafın etkisi de çok büyük ancak o tarafta yapılması gerekenlerle ilgili fikir beyan etmek istemiyorum zira türkücü ali şan, salça reis, ahmet çakan falan yapıyor onu...) İletişim kanadında çok saldırgan reaksiyon göstermeliyiz. Bu savaşı kazanmak için bize ilmik ilmik örülmüş, sabırla ilerlenmesi gereken uzun bir stratejik süreç gerekiyor. Tabii ki sektördeki en büyük reklam ajanslarından biri olan 4129 Grey ve PR ajansı bunu zaten düşünüyor ve çalışıyordur ama kişisel görüşümce acilen yapmaları gereken şey, süreç için attıkları ilk adım olan ve bahsettiğim kaybeden algısını kabul eden, yukarıdaki tabloyu da çöpe atan #Yeniden söylemini acilen yok etmek ve kurumsal kimliğimize daha uygun bir dil ile meydan okumak olmalı. 

Centilmenlik duygusuna sonsuz destek vermekle birlikte haketmeyen bir güruha karşı mütevazilik durumundan vazgeçilmeli. En basitinden örneklersek; ülkenin en önemli 5 makamından biri olan Fenerbahçe başkanlığı Anıtkabir'deki Atası, kurucuları ve kendi efsaneleri dışında kimsenin önünde ceket iliklememeli! 
Yeşilçam'daki, Hababam Sınıfı'ndaki o naif Fenerbahçe sevgisini yani Halkın Takımı imajımızı korumalı ancak rakiplerine karşı 28 şampiyonlukla ezici bir üstünlük sağlamış bi takım olarak mağrur duruşumuzu asla kaybetmemeliyiz. 

******

Özetle; korkuyorum renktaş. Belki de yersiz bi korku benimkisi ama yürütülen bu manipülasyon savaşının ilk olmadığını, tüm illerde çoğunluğun sempati duyduğu, ''Halkın Takımı'' Fenerbahçe sevgisinin 80'li yıllarla birlikte hıncal ve türevlerinin hakimiyeti sonrası nasıl nefrete dönüştüğünü büyüklerim daha iyi bilir. Bu yeni ve topyekün denemelerinde karşılarında kemik gibi birleşmiş, tüm gücüyle savaşacak Kocaman bir aile olamadığımız için korkuyorum...