25 Aralık 2018 Salı

ALİSİLİN


20 yıl sabrettikçiler hatırlamaz. (Hatırlar da işine gelmez) takım ne zaman geri dönülemeyecek bir noktaya gelse QTM’in değersiz elemanlarının koyduğu isimle Azizsilin devreye girerdi... Bize öyle bir algı ile anlatılırdı ki bu Azizsilin; sanki Aziz Yıldırım elinde kırbaçla topçuları cezalandırıyor sanırsın... Neyse, kırbaç olmadığına emin olsam da bu mucizevi Azizsilinin içeriğini hiçbir zaman öğrenemedim. Ancak ne zaman eski başkanın futbol takımının giydiği spor montu üzerine geçirerek Samandıra’ya gittiğini gördüysem o hafta ve o periyotta (genellikle derbi haftalarında olurdu) en ruhsuz topçunun bile turbo moda geçtiği müsabakalar izlediğimi biliyorum. 

İçinde bulunduğumuz FACİAnın son halkası Antalya beraberliği sonrasında yarın hiç yokmuşçasına bir kaybetmişlikle tavanı seyrederken, kongrede inanılmaz anlamsız gelen ve Aziz Yıldırım’ın yenilgiyi kabullendiğini düşündürten söylemi geldi aklıma: ‘’Sana teklifim Aziz Yıldırım olarak: Sen futboldan çok iyi anladığını veya kurumsallaşma yapacağını söylüyorsun, buyur buraya gel, futbolu sen al, yönet. Amatör şubeleri, kulübü ben yöneteyim... Birimiz değil, kulüp kazansın. Hatta o bahsettiğimiz parayı da ikimiz birden ortaya koyalım, Fenerbahçe kazansın! Hodri meydan!’’

Bu gerçek olsaydı ve Ali Koç futbolun başına geçseydi ve yine aynı hamleleri yapsaydı Aziz Yıldırım Eylül ayında Ali başkanın bir facia olmazsa devre arasına kadar Cocu ile gideceğiz dediği hafta sen çekil bakayım der, o montu giyerek Samandıra’ya gider ve Azizsilini uygulardı... He baktı yine işe yaramadı ve kısa süre sonra Rize’den 3, Zagreb’den 4 mü yedik? İkinci Azizsilini devreye sokar, Cocu’yu Divan Otel’e değil, direkt Amsterdam’a yollardı... Yani liderle puan farkı 8 iken yapacağını yapardı... (Detay: O haftaki lider şu an 5. Sırada... O haftaki 9’uncu şu an 2. Sırada!)

Hiç hata yapmamış adam yeni bir şey denememiştir, der Einstein. Çaylaklık dönemi olduğu için itidalli olmaya, ona gereken desteği ve itici gücü vermeye çalıştım, çalışacağım. Kendisi dayım, amcam olduğu için değil. Fenerbahçem için bu tutumumu kaybetmemeye çalışacağım. Kendisinin de kişisel olarak bir kredisi yok mu bende? Evet var, evet bir şeyleri hayal ettiğimiz noktalara taşıyacağına inancım var. (İnanır mısınız hala varL) Ama kendisine 3 yıl boyunca lazım olacak krediyi henüz yarım sezonda tüketti. Üstelik saha sonuçları yüzünden değil, yönetici, sporcu, çalışan seçimleri, ceket iliklemeli saygı saçmalığı, kulübümüze hayvan diyene el uzatma hatası, şikeci takım taraftarları ile selfie sırasına girmesi, şeffaflığı sadece kulübün değerini aşağıya çekecek şekilde ekonomi enkazlarını sunarken göstererek, diğer konularda eskisinden daha bile fazla içe kapanarak yok etmesi, Volkan Demirel gizemi vb. Sonuçlardan daha büyük bir şeyi, Fenerbahçe büyüklüğünü baz alan taraftarı ile ters düşürecek yönetici hataları yüzünden...

Dün 0-0’lık skorda sahada olsam kalbim patlayana kadar koşacağım bir dramın ortasında Benzia’nın oyuncu değişikliğinde sahadan kaplumbağa adımları ve iğrenç bir vurdumduymazlıkla çıkışını izlerken öylesine büyük bir parça koptu ki içimden, o parçayı yerine ancak Fenerbahçeli çocukların mutluluğu geri koyabilir. Başkan Benzia’nın o iğrenç halini gördüyse ve hala artık o montu giyerek Samandıra’ya inmeyi düşünmüyorsa, kredisi gibi sabrımızı da tüketmiş olacak. Ki böyle olacaksa Ocak’ta yapılacak 3-4 transferde çare arayanları şimdiden en kötüyü düşünmeye başlamaları konusunda uyarmakta fayda var demektir. Zira bizim transferden önce bir ‘’yöneten & lider’’ eksikliğimizi doldurmamız gerekecek. Ve BİR FACİA OLMAZSA! 2.5 sene daha bu pozisyona yeni birinin gelmesi zor görünüyor...
O yüzden sosyal medyada dün geceden beri gördüğüm: ‘’Ruhsuz futbolcu istemiyoruz, biz eskisi gibi ruhunu koyan topçular istiyoruz’’ minvalindeki; Kjaer, Kuyt, Lugano, Alex, Sow, Reto paylaşımlarını falan boş verelim de Aziz Yıldırım’ın Samandıra’daki fotoğraflarını paylaşıp ALİSİLİN istiyoruz demeye başlayalım. 

Dipnot: Tamer Bağlan'ı nam-ı diğer kaptanı bizzat tanımam ama 17-18 yıldır okur, çok sever, sayarım. Bahsettiğim Eylül ayında kaptan; Küme düşme ihtimalimizin ciddiyetinden söz eden ilk kişiydi. Gözlerime inanamamıştım. Fenerbahçe ile bu kelimeyi aynı cümlede kullanmak öfke sebebiydi. Kendisi de beni asla tanımaz, herhangi bir yerde bir kelimemi dahi okuduğunu da sanmıyorum. Bir yazımda büyüklerim düşme lafları ediyor, inanamıyorum demiştim... Kendisinden özür dilerim. Ondan yıllardır; tarihimizi, futbola Fenerbahçeli bakış açısını, İslam Çupi değerlerini, 21.yüzyılda toplu rekabeti vb.  Öğreniyordum, anladım ki öğrenmem gereken daha çok şey varmış... Durum çok vahim ve o benden çok daha iyi bir öngörü yazacaktır ama ben de yazayım: Bursa-Malatya-Göztepe-Kayseri-Konya-Beşiktaş-Rize maçlarında en az 16 puan almazsak son 5 hafta Tanrı yardımcımız olsun.

6 Aralık 2018 Perşembe

Ahval-i Cumhuriyet, Ahval-i Aşk


Oynayanlar bilir bazı bilgisayar oyunlarında karakterin gücü vuruldukça azalır, ancak bir yerde siper alıp bekleyince tekrar dolar. Siperden çıkıp üstüne bir de kurşun geçirmez yelek aldı mı, 2-3 tane de bonus puan vitaminlerden yedi mi eskisinden daha güçlenir ve karşısında güçsüzleşen rakipleri kolaylıkla geçerek bölümü bitirir.

O tarz oyunlardan yola çıkarak anlatayım; 3 Temmuz kumpasında düşmanın karşısına bölüm sonu canavarı gibi çıktık ve onu bir güzel dövdük... O şerefli Temmuzumuz sonrasında o şerefsiz yıllardır kazdığı siperin arkasında saklanmaya başladı. Kimse farkında değil gibi ama gücü git gide doluyor, neredeyse mücadeleye başladığı noktaya doğru fulleniyor. Mahkemelerimizin emsal sayılacak tüm davaları finalize etmesine rağmen 3 Temmuz kumpası davasını hiçbir gerekçe olmaksızın nihayete erdirmemesi düşmana yine oyu diliyle kurşun geçirmez yelek kazandırıyor. Futbol takımımızın talihsizce dibe çöküşü ise bir anda beliren bonuslar olan vitaminler...  Oyun falan diyorum ama durum çok ciddi. Tahayyül ettiğimizden çok çok daha ciddi.

Birleştirmeye çalıştığım parçalar çok korkutucu gelmeye başladı. Gözümüzün önünde öyle bir toplum mühendisliği, öyle ince bir senaryoyu kusursuz uyguluyorlar ki ışıldamasına izin vermediğimiz Bahçedeki Fener de önümüzü eskisi kadar aydınlatamadığı için karanlık korkum tavan yapmış durumda.

Daha önce de yazmıştım: Fenerbahçe’yi mini bir Türkiye haline getirmeye çalıştılar ve başardılar. Hedef Fenerbahçe mi? Yoksa fena halde Türkiye’ye benzeyen kulübümüz ve bizler üzerinde daha büyük bir toplumsal olayın simülasyonu mu deneniyor?

Parçalanmış topraklardan vatan, büyük zayiatlar vermiş insan gruplarından kemik gibi birleşmiş bir millet yaratan cumhuriyet süreci; birlikte iken yenilmesi zor ve potansiyeli düşünüldüğünde gelecekte başa bela bir ülke olacağımızı tüm dünyaya göstermişti. Karşılığında tek çözümün bölmek-parçalamak olduğunu ve yapılanları/sistemi hepimiz biliyoruz. Çok uzun yıllardır hep iki kutba bölünerek yaşıyoruz. Çarpıştırılıyoruz ve bize rolümüzü seçmek kalıyor. Bu kutup meselesi her an sıcak tutuluyor, konjonktür gereği ışığı sönenler yerine yeni mevzular/kutuplar yaratılıyor, isimler değişse de bu kurgu yaşamına devam ediyor. Sağ-Sol. Türk-Kürt. Laik-Muhafazakar. Alevi-Sünni... Uzayıp gidecek, yenileri yaratılacak ta ki istenen bölünme sağlanana kadar. Fakat kabul edelim ki biz de baya iyi ayrıştırıldık, öyle böyle kutuplaşmadık. O kemik millet kavramının yanında yeller esiyor...

Futbola dönersek; önce 2011. Bir spor kulübünün kurtuluş savaşı. Kazandık, cumhuriyetimizi ayakta tuttuk. Mücadele bitti gibiydi aslında yeni başladıydı pek çoğumuz farkındaydık. Sinir uçlarımız her gün yeni bir olayla tahrip edildi. (Tıpkı ülke gündemi gibi) Herkes her anını biliyor, anımsatmaya gerek yok, 5000 sayfa kitap çıkar son 7 yılımızdan... Sadece şu örneği vereyim de sinir uçlarımız bi ince titreşsin: Stat dışından paraşütlü işaret fişeği atıldı diye Uefa’dan ceza yedik arkadaşlar... Stat açılışları, arazi&vergi kıyakları, sponsor destekleri, gülü gülene verenler, helikopterler, 5 Milyonluk daireler, uefa lobileri, cezadan muaf tutulmalar vb. İnanılmaz büyük bir adaletsizliğin ortasında akıntıya karşı tek başına kürek çekmeye çalışan bir kulüp.

Derken 2011’deki gibi birleşse; değil kürek çekmek, okyanusu bile kurutacak kitle, tüm farkındalıkları sinsi sinsi beyninden sökülüp alınarak mücadeleden vazgeçirildi ve tıpkı ülkedeki gibi ayrıştırıldı. Her şey önce tribünde başladı. 34.dakikalarda gezi sloganı attığı için dayak yiyenlerle-dayağı atanlar olarak. Rıdvan Dilmen’in bu olaylar üzerine yaptığı açıklamaları ve yer aldığı cephe, bir uyarı gibiydi... Ardından ülke tarihinde eşine az rastlanır şekilde sahiplenilen başkanla taraftar arasına nifak ekildi. (hep söylüyorum başkan da maalesef bu tohumları suladı.) Başarıldı... İkinci ayrışma yine tribünde yönetim istifacılarla-istifacıları ıslıklayanlar arasında başladı. İşte bu noktada 3T kurtuluş savaşımızın panzehiri olan Twitter, aleyhimizde yeni bir zehir türü olarak kullanılmaya başlandı ve troll destekli üçüncü ayrışma düğmesine basıldı. Aykut Hocacılar(vasat severler)-‘’Korkak, vasat Aykut’u’’ istemeyenler... Ateş büyüyordu, ateşi söndürmek için birleşmemiz, uyanmamız gerekiyordu ancak fena halde Türkiye’ye benzedik diyorum ya, herkes her şeyi kanıksamış, sadece olanları izliyor ve her şey de oluveriyordu. (O eski biz şampiyonluk yolunda en önemli maçta mabette 3 pen6mızı vermeyecekler ve kabul edeceğiz he? Ettik. Çünkü Aatıf’ı, Josef-Topal’ı daha çok dert ettik... Başkaları gibi düdük astıramadık!) Derken kongre geldi. Tüm bu bölünmenin son bulması, Fenerbahçe’nin yara sarması umuduyla tazelenmeye ihtiyacımız olduğu için iyi geleceğini düşündüğüm değişim yaşandı. Ali Koç başkanın çıraklık döneminde su kaldırmayacak hatalarının ve dibe vurmuş saha sonuçlarının ateşi körüklemesi ile aksine yeni bir bölünmeyi beraberinde getirdi. ‘’İsimler değil, Fenerbahçe’’ diyen en bilinçli kesim dahi bir kutba dahil olma zorunluluğu hissediyor, görüyorum. Devamlı yeni bir gündemle ayrıştırılıyoruz ve bu kutup meselesi sıcak tutuluyor.

SAMANDIRA’DA ERSUN YANAL İÇİN TOPLANMA ORGANİZASYONU

Yok artık daha neler değil mi?? Topu topu paralı elemanlar olduğu düşünülen 50 kişi gitmiş zaten. Ancak ben Ersun Yanal’ın lobi yaptığına, paralı elemanlar tuttuğuna inanmıyorum. İlişkisinin kuvvetli olduğu QTM büyüklerine ''şu suyu kaynatsa be abicim'' demekten öte gitmediğini düşünüyorum. Hatta kendisinin bile bu sıra dışı duruma hayret ettiğine eminim. Zira 2014 yılında her maç mabetteydim. Bu tribünler asla ama asla Ersun Yanal ile şu yansıtılan gibi taparcasına bir bağ kurmadı. (Durumun Şenol Güneş Beşiktaş tribünü ilişkisi ile birebir aynı olduğunu, futboldan memnun olmasalar Şenol Güneş’in 1 yılı bile bitiremeyecek kadar nötr sevildiğini düşünüyorum...) Hatta pek çoklarımız Trabzonspor geçmişi yüzünden kendisine karşı çok mesafeliydik. Bu isim Ali Koç’u zor durumda bırakmak için muhteşem kullanıldı. Kendisi de (gelirse) yine ileride yaşayarak göreceğimiz birkaç aşamalı bir planın içine çekilerek...

En bilinen sosyal medya trollerinin Ersun Yanal tarafından çalıştırıldığı düşünülüyor. Ben de diyorum ki hayır onlar hiç bilmediğimiz bambaşka merkezler tarafından yönetiliyor ve tek sistemleri Fenerbahçe’yi karıştırmak...

Önce Ersun Yanal’ı Aykut Kocaman’ın ‘’antisi’’ olarak konumlandırdılar. Paylaşımlar bilinçli olarak Aykut hoca bir cephe Ersun hoca bir cepheymiş gibi yapıldı. Haliyle bilinçaltlarımıza ikisinden birini seç dendi. Ben ömrümde ilk defa böyle bir şey görüyorum. Ersun Yanal’ı övme paylaşımları neden aynı takıma gönül veren, daha fazla emek ve başarı veren Aykut Kocaman’ı gömmek üzerinden yapılır ki? Cevap basit: Ersun Yanal gelirse şu anki havadan ötürü 2014’te bile görmediği şekilde taraftarın %90’ı tarafından kabul görmesi istenir mi? Yani bütünleşmemiz istenir mi? Sanmıyorum. Bu vasat futbolcular ordusu ile istikrarsız sonuçlar alması muhtemel, almasa bile hakemler devreye sokularak dizayn edilecek Ersun Yanal başarısızlığı, Konya’da yukarı ivme yakalayacak olan (buna eminim) Aykut hoca üzerinden değerlendirilecek.  Yani yaratılan ‘’Aykutçu’’ zemine cevap hakkı doğuracak... (Başkanlık seçiminde birebir aynı stratejiyi izlediler, şimdi Ersun Yanal üzerinden Mayıs ayında ilahlaştırdıkları Ali Koç’u vuruyorlar...) Sosyal medyada Konya’nın ve bizim lig sıralamamızın olduğu capsler,  ‘’n’oldu gerçek vasatı gördünüz mü’’ minvalinde diyalogları başlatacak. Tabii ki her süreç gibi tribüne haliyle Ali Koç’a yansıyacak. Haliyle de esas hedef olan Fenerbahçe’ye...
 Şekil A: Haberin içeriği sizce de Rıdvan Dilmen'in ters minvalden girerek incece işlediği ''Eğer taraftar ne isterse yapıyor demelerinden çekiniyorsan, çekinme Ersun hocayı hemen getir. Gerçi bence Conte'yi getir'' diyerek vurguladığı algıyı pompalamıyor mu???

Tüm bunların ülke ile ilgisi yokmuş gibi görünse de eş zamanlı olarak yaşananları iyi okumamız gerektiğini düşünüyorum.
-2 Kasım derbisi sonrası yaratılan büyük Fenerbahçe Galatasaray gerilimi. -Bu gerilimin içinde rakibin kin ve nefreti tetikleyecek tuhaf açıklamaları.
-Tıpkı rocky koreografisinde olduğu gibi yine fetonun birkaç gün önce kullandığı bir söylemi kullanmaları (kenetlen)
-10 Kasım haftası peşpeşe Atatürk’e değer veren tüm yurttaşları incitecek tuhaf, saçma olaylar yaşanırken Atatürk’ün kurduğu ve tüm ülkenin ortak değeri olan diyanetin gösterdiği duruş.
- Hukukçu olduğu halde 3 Temmuz’da Feto ağzı ile konuşan; 10 Kasım’da Atatürk’ü tek kelime anmayan, ADD başkanının GS Tweetleri.
-Uçmuhafazakar bir yayın grubunun 30 kişilik GFB  kıyafetli bir taraftar grubunun eski tarihli olduğu açıkça net videodaki Kemalist ve nefret söylemi sayılacak bestesini tesadüfi! Şekilde Twitter’da hortlatması.
-Tıpkı S.Batum gibi konumundaki samimiyetine inanmadığım Cumhuriyet gazetesinin de tuhaf bir refleksle subliminal GS savunması yapması: Neredeyse kadrosunun yarısının fetocu olduğu kanıtlandığı ve çoğunluğu yurtdışına kaçan futbolcuların isimlerini hiç kullanmadan sadece Emre Belözoğlu’nun fetocu olduğunu ve Fatih Terim’in onu bu beladan uzak durması için uyardığını aktaran, gündemle inanılmaz alakasız ve tuhaf zamanlamalı haber
-Yine aynı günlerde olayın baş müsebbibi olduğu halde torinolu şaban’ın adını hiç zikretmeden Ersun Yalan’ın milli takımda ayağını fetö’nün kaydırdığı haberi...
-Bild gazetesinde yayınlanan ekonomik çöküş konulu Fenerbahçe yazısı ve bu yazıda Ali Koç’un cumhurbaşkanının düşmanı olarak adlandırılışı.
-Son olarak da Ali Koç ve Fenerbahçe düşmanlığı bilinen bir medya grubunun yazarımsısı tarafından adeta BİLD’in devam içeriği sayılacak ekonomi kılıflı ‘’Fenerbahçe’ye kayyum atanır mı’’ zırvası...

Tüm bunların arasında Ali Koç’un 14 Kasım’da kendine pek yer bulamayan açıklaması çok önemli: ‘’Birileri bir şeyleri kaşıyor sanki. Ülke olarak uyanık olmamız lazım.’’ 

Komplo teoristi değilim, yazdıklarım kimsenin düşünemeyeceği inanılmaz tespitler de değil sadece birleştirildiğinde anlamlı hale gelebilen bir o kadar da kafa karıştıran kodlarla dolu. Büyük büyük olaylara sebep vermese dahi yıllardır olduğu gibi sinir uçlarımızla oynaması bile yeterli kodlar... Aşağıdaki paragraf Eylül ayındaki yazımdan.


Maalesef kış geldi ve kulübümüz için tarihte hiç olmadığı kadar çetin geçecek. Duvarı yıkılmış Son Kale hiç almadığı kadar soğuk alıyor. Yazımdaki gibi bizim birleşip duvar olacağımıza dair de zerre inancım kalmadı... Fenerbahçe’m ve ülkem için elimden gelmeye yapmaya devam edeceğime söz vermek ve yine bu iki kutsalım için yürekten mücadele edecek insanlara Allah yardımcısı olsun diye dua etmekten başka bir kaçış noktası da bulamıyorum. O'cu, Bu'cu değil sadece FENERBAHÇE diyen herkese sonsuz sevgiler, saygılar.




19 Kasım 2018 Pazartesi

DÜSTUR





Belhanda’nın başlattığı, alakaya maydonoz Süheyl Batum’un bile dahil olduğu ve nedense bitmesi bir türlü istemeyen sürecin başlarında elim defalarca klavyeye gitti, yazmadım. Bekledim. Başkanın ilk büyük sınavı işte şimdi başladı, bugüne kadarki tüm eksiklikler, fazlalardan bağımsız ilk girdiği harp başlamıştı demiştim, (bu sefer hak edene) elini kemerine atıp, gömleğini içeri yerleştirip ‘’Eveet, istediğimiz noktaya geldik.’’ Diyeceği günü bekledim... 

Resmi sitedeki videolu cevaplar geldi. Çok da yerinde ve zamanında geldi.

Sonra Ali Koç’u görse selfie çekilme sırasına girecek ultrasucukçular 2.kez tükürük saçtı; yalı çocuğu dedi, çirkin bir subliminal anlamı olan KOÇ imasında bulundu. Heh şimdidir dedim. Sustuk...

Fenerbahçe tarafı cezalar kesinleşince konuşacak, stratejik olarak bekliyor, dendi. Rakip her saniye saçmalarken mantıklı da geldi aslında. Eee o da açıklandı üstelik en büyük ceza linç edilen iki futbolcumuza geldi. Linç edenlerin bazıları sevk bile edilmedi. Yine sustuk???

Hal böyle olunca kebapsever kabadayı bile kendince gider yaptı. Cık, ses gelmedi...  Hala bu büyüklükteki camianın başına nasıl geçtiğini anlamlandıramadığım, en başkan gibi olmayan başkanları mobese görse konuştu (hala da devam ediyor.) Başkan vekillerini muhatap almıyorum dedi hatta hayvanla hayvan olmayız diyecek kadar da düştü. E artık burada o gömlek o pantolonun içine sokulur diye beklerken resmi siteden ülkece alışık olduğumuz ve en işe yaramayan cümle geldi: ''Esefle kınıyoruz...'' Bunun bir sonrasının ''Bıçak kemiğe dayandı, kimse Fenerbahçe’nin sabrını sınamasın!'' olmamasını dilerim.

Sonra Alanyaspor maçı ardından başkan vekili Semih Özsoy, sessizliğimiz yanlış anlaşıldı sanırım, suçlu olan çok konuşur. Artık bizim savunma sıramız geldi, arkadaşlar çok iyi bir savunma verecekler, dedi. (İtiraz makamına) Peki ya biz? Kim bizim sesimiz olacaktı? Fenomen reyisler falan mı? Onlar da Ersun hoca imza kampanyasıydı, Sen bizim Koeman gururumuzsun falandı derken salça yapmakla meşguldü...

Neyse ardından geçtiğimiz günlerde bir panelde başkana bu tepkisizlik soruldu, konuyu yine o kızdığım ''saygı'' tuhaflığına bağladı ve Semih Özsoy’un sözünü tekrarladı. Suçu olan çok konuşur, çok konuşan da muhakkak hata yapar... Bu cümlenin etkisizliğini geçtim, resmen düşman sevindiren açıklama peşinden geldi: Olaya karışan futbolculara hak ettikleri cezaları vereceğiz... Ver, tabii ki ver. Tokatçıyı, dil çıkaranı, köpek taklidi yapanı değil topçuyu severiz biz, biz Fenerbahçe'yiz de yahu şu zorbaya bir iki çift laf et, sonra hukuk çerçevesi dışına çıkarak zorbayı tokatlayan futbolcunu cümle aleme ibret ettirmeden kendi içinde yargılarsın...

Özetle benim anladığım ve çok üzüldüğüm şudur ki; evine misafirliğe gelene saldıran ama pişkince üste çıkmaya çalışan, ayan beyan suçlu okyanus ötesi pardon! Suyun ötesi cephesi, defalarca konuşarak hakaretler saçsa dahi hiçbiri kulübümüzün efsane başkanı Aziz Yıldırım kadar kızdıramadı, o gömleği pantolona #yeniden sokturamadı, o kemeri şöyle bi karizmatikçe sıktırmadı Ali Koç başkana... Oysa asla kavgacı değiliz ama biz taraftarlar istediğimiz noktaya çoktan gelmiştik...



***

Suçlu gibi her kameraya konuşmak, makamları etki altına almak, tabiri caizse çirkefleşmek zaten genlerimizde yok. İletişim stratejisi anlamında daha sessiz kalmayı, bilinçli olarak cool takınmayı pek tabii kabul edebilirim ancak bu pek öyle değil. Bu baya baya suskunluk. Cool takılarak iletişimi lehine çevirmek için en az 3-4 kez tek cümle ile rakibi nakavt etmen, her gün çirkefleşerek küçülen, psikozunu kabullenmiş rakibi tebessümünle delirtmen, algıyı yönetmen, yönlendirmen gerekiyor. Basit anlatımla halk arasında ‘’Helal olsun çizgiyi hiç bozmadılar, cevabı da fena yapıştırdılar, haklılar valla’’ dedirtmen gerekiyor. Tepkisizlik bu tip süreçlerde bir eylem değildir ve sevgi her koşulda eylem gerektirir. 

***


En büyük sorunumuz olan iletişim konusunda yeni yönetimden çok emin ve umutluyken şu ana kadar hayal kırıklığından hallice olmayı görmek üzüyor... Oysa dünya üzerinde mitingler, şehir ziyaretleri, ana haber bültenlerinde canlı yayına çıkmak gibi bir seçim yarışının yaşandığı tek spor kulübünün taraftarı olarak Ali Koç’u o süreçte keyifle izlemiştim. Sevindiğimiz anlaşmalar yani ana ajans, dijital ajans, event ve PR ajansları ile eş zamanlı olarak çalışmak zaten zaruri. Pazarlama bölümünün başında; bizzat bölge genel müdürü olduğu markalarla çalışma şansı yakaladığım için hayranlıkla tanıdığım, ülkede bu konuda en başarılı bir kaç isimden biri olan bi yönetici varken, proaktif çalışma şeklimizin gelişeceğine zaten eminim. (Anadolu’da çok ünlü bir tost büfesinin dahi ulusal çapta bir ajansla çalıştığı dünyada bunu konuşmamız dahi abes.) Ancak reaktif süreçlerde kişisel iletişim ve kulüp dili konusunda siyasi partilerin ve temsilcilerinin iletişim şekli baz alınmalı ve profesyonel destek alınmadan tek adım atılmamalı. Örneğin: Başkan, daha önce kulüpler ötesinde bizzat kişisel olarak kendisine saldıran Bursaspor'a sustuğu gibi hayvanla hayvan olmayız denecek kadar düşen bu seviyesizlere de susarak üçüncü, dördüncü saldırının da yolunu açmamalı. Vereceği özel çalışılmış cevaplarla psikolojik üstünlüğü ele geçirmeli, gündemi yöneten, belirleyen kendisi olmalı. Bu olaylarda sustuğu için yenilerinin dozajı artarak yaşanacağına eminim.

***


Bugüne kadar aleyhimizde söylenen çok berbat cümleler duydum. En vahimi de ‘’Gerekirse gerçek mermi kullanabilirsiniz’’ idi. İşte bu kitle o sözü duyduğu halde köprüyü geçmek için durmadığı, üzerine saldıran hangi cemaat, cemiyet, mektep olursa olsun hiçbir zaman durmayı düstur edinmediği, daha büyük hızla çarpışmaya koştuğu içindir ki hiçbiri gibi değil, hiç kimse gibi değil... Başkanımız da umuyorum li bundan sonraki süreçlerde hiç kimse gibi olmadığını tüm hiçlere gösterir ve Fenerbahçe Kulübü başkanlık makamını ağızlarına almadan önce gargara yapması gereken vasatlar; saçmalıklarının tekrarlarına cüret edemez ve biz 250 milyon! :) Fenerbahçe taraftarı da hislerimizi sinir reflüleri ile içimizde yaşamayız...

Nezaket insani davranışların en kârlısıdır, diyen Cenab Şahabettin'in ''Ancak başkalarını nezakete davet etmek için bazen kaba görünmek gereklidir'' tamamlaması yazının mini özeti aslında. Zamanında başkan vekili iken hak edene gereken kabalıkla hakkını teslim ettiği için rekor şekilde 2 yıl hak mahrumiyeti yemiş başkanımıza bu konuda güvenim hala yaşıyor.




***

HeForShe GURURU


http://kadincinayetleri.org/ Bu siteye girin ve solda görünen Arama Sonuçları yazısının altındaki isimleri, yaşlarını, fail isimlerini ve bahaneleri yüreğinizin kaldırdığı kadarını okuyun. Ben 3 isimden sonra okuyamadım. Yutkunamadım.

Ardından https://www.dogrulukpayi.com/bulten/2018-de-kadin-istatistikleri bu sitedeki istatistikleri okuyun. Mesela istihdam oranı erkeklerde 65,8 iken kadınlarda 29,3. AB ülkelerine kıyasla yükseköğretim mezunu kadın istihdamında Türkiye son sırada... Ya da son bitirilen eğitim seviyesine bakın tüm eğitim kademelerinde kadın geride... Önde olduğu veriler var mesela sigortasız, kayıt dışı, yevmiyeli çalışma oranı. Mesela okur yazar olmayan nüfus... Çocuk gelinler, çocuk anneler, doğum izni ve ücretlendirme adaletsizliği, güvensiz hissetme vb. bir çok üzücü istatistik. Cinsiyet eşitliği açısından Türkiye 144 ülke arasında 131. sırada yer alıyor. Yani dipte...

Ülkenin daima güzelliğe ışık tutan bahçedeki Feneri, uluslararası bir ilke imza attı ve BM Cinsiyet Eşitliği ve Kadının güçlendirilmesi Birimi HeForShe ile forma reklamı/ sosyal sorumluluk anlaşmasına vardı. Duruma bir iletişimci gözüyle bakarak söyleyeyim: Bir dünya yıldızı alsaydık en az bu kadar PR'ı olurdu. Harika iş! Bir de annesine tutkun, karısına aşık bir kız babası olarak sosyal yönüyle söyleyeyim: İyi ki Fenerbahçeliyim!

Bu anlaşmaya özel olarak Alanyaspor maçında Magneta renkli forma numarası ile çıkmamız beni hem duygulandırdı hem de gurura boğdu. Kim düşündüyse milyarlarca teşekkür ederim. Ancak bu farkındalığın doğmasına sebep olan sorunun temelini o gece bir kez daha görmüş oldum... Hiç beklemediğim isimlerden bile ''erkek adam öyle renkli şey mi giyer'', ''O gördüğünüz çubukludur, o rezil renkleri hemen sökün oradan!'' sığlığında onlarca eril dile sahip yoruma hayretle tanıklık ettim.


Tribünde 45Bin kadının başkaldırısı ile gurur duyan, Dünya Fenerbahçeli Kadınlar Günü gibi bir günü yaratan topluluğun kaldırımdaki erkekleri
nasıl olur da bu kadar hassas bir konuyu sahiplenen kulübü ile bir kez daha gurur duymaz da HeForShe'nin kurulma amacı olan bu ''büyük erkekliğini'' konuşturabilir pes!? N'olur sıyrılalım bu vahim fikirlerden ve farkındalık için kulübümüze destek olalım. Cinsiyet eşitliği için
hayatlarımızda kendi farkındalıklarımızı
yaratalım. Sözün özü: Lamı cimi, rengi, adamlığı yok! Mevzu kadınlarsa #BirlikteEşitiz 


1 Kasım 2018 Perşembe

SANCAK


ELVEDA COCU

Son yazımın mürekkebi kurumamışken yönetim tarafından geç kabul edilmiş bilmem kaçıncı facia sonunda Cocu gönderildi.

Daha önce eleştirdiğim gibi Anıtkabirdeki atası ve kulüp efsaneleri dışında kimseye ceketini iliklemeyecek Fenerbahçe; maalesef sezona herkese ceket ilikleyerek başladı. Ezber bozmayı seçerek ‘’Saygı’’ dedi, kendisine saygı kırıntısı gösterilmeyen topraklarda... Nasıl şampiyon olduğu herkesçe malum olan arkası SAĞLAM antrenörlere bile odasına kadar inerek gösterilen o saygıyı; keşke kariyerinde bir daha çeyreğini bile göremeyeceği zorluklarla yola çıkan, iyi niyetinden, düzgün karakterinden, mücadele isteğinden asla şüphe etmeyeceğimiz Cocu’ya da gösterebilseydik. Gönderildi, yerine veda edildi diyebilseydik. Basın toplantısına dahi çıkarılmayan, soyunma odasında teri soğumadan stadyum terk ettirilen Cocu’nun internete düşen; omzunda çantası, kafası önde, yapayalnız hali içimi parçaladı. Olmadı... Vefa, saygı, değişim diye yola çıkan vizyona hiç yakışmadı...

Antrenörlüğü ile çok büyük hayal kırıklığına uğratan Cocu buna rağmen aklıma bize bıraktığı 15.likle değil, gördüğüm en düzgün spor adamlarından biri oluşu ile gelecek...

****

Şimdi n’olacak?

Başkanın ‘’Ocak ayına kadar bir facia olmazsa’’ sözünün söylendiği hafta, hepimiz tren raylarına bağlanmış bir kurban gibi uzaktan git gide büyüyerek üzerimize doğru gelen ışığı izlemeye başlamıştık. Hep birlikte elimizdeki halatları çözecek vaktimiz vardı ama ya tren durursa diye Ankaragücü maçının son düdüğüne kadar bekledik. 

İşte şimdi o kara tren yanı başımızda. Devleşen ışıktan ötürü hiçbir şey göremiyor, inleyen korna sesleri arasında birbirimize sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Çünkü başkanın bahsettiği facia Ankaragücü değildi, olamaz da. Galatasaray’a aynı mahkum tavrı sergilemek, bu yıl özelinde yaşayabileceğimiz en büyük facia olur. Fenerbahçe Galatasaray'a kaybedebilir ama yenilemez! 

Takım inşallah en azından bu maçta Fenerbahçe olduğunu hatırlar! Peki biz hazır mıyız? Yarın derbi var, yani tren burnumuza dayandı ancak hala hiçbirimiz kalkıp raylardan kaçmak için çabalamıyoruz, aksine birimiz bizimkisi gelsin, diğerimiz bizimkisi neden gitti ki, diğerimiz o olsaydı böyle olmazdı, diğerimiz bu geldiğinden beri hiç bir şey değişmedi diyor. Halbuki korna sesinden kimsenin kimseyi duymadığının da farkında değiliz.

26 yıllık taraftarlık defterimde bundan daha heyecansız, daha önemsenmeyen, daha üzerine düşünülmeyen bir derbi hatırlamıyorum. Konu yenilgi korkusu değil ki öyle bir korkum yok. Bundan bile kaotik dönemimizde neler yaptığımızı biliyorum. Konu bizi artık Galatasaray maçının bile birleştirememesi. Görüşlerine en değer verdiğim büyüklerim bile maalesef bu girdabın içine kapıldılar. 3 Temmuz direnişinin karargahı olan Twitter, 7 sene sonra en büyük sorunumuz haline geldi. O organik mahalle ortamıydı ki bizi ateşleyip annelerimizi, kardeşlerimizi maça bırakıp dünyada eşi benzeri olmayan bir şekilde 15 bin kişilik kaldırım tribünü kurmamızı sağlayan. Şu vakit yenisini denesek muhtemelen muhalif bir ‘’karşı kaldırım’’ tribünü kaçınılmaz olurdu...

Büyük çoğunluğa hiç düşünemedikleri bir bilgi vereyim: Hem Ersun Yanal’ı hem Aykut Hocamızı, hem Aziz başkanı, hem Ali Koç başkanı aynı anda sevebiliyoruz arkadaşlar. İnanın birini sevmek için ötekinden nefret etmek zorunda değiliz. Hatta en basitini öneriyorum; Fenerbahçe'yi sevmek varken onların hiçbirini bu kadar sevmek zorunda değiliz! Ben bugüne kadar hep öyle yaptım... İçlerinden bazılarına kızgın, küskün olabiliriz. Ama hiçbiri yine de birer uç, kutup değil. Sadece hataları ile sevapları ile arma için emek sarf etmiş, sarf etmekte olan şanslı insanlar... 

Bu kutuplaşma öyle inanamadığım noktalara varmaya başladı ki salt isim fanatizminden çıkarak sosyolojik bir hal alıyor gibi. Sanki ülkenin 16 yıldır sistematik olarak hepimize işlenen ‘’bir kutba dahil olma'' güdüsü siyasetler üstü, ideolojiler üstü belki de tek değerimiz olan Fenerbahçe’mize de yansımaya başlıyor, en sağ duyulu olanlarımız bile net konuşmasa dahi ince ince Aziz başkanın ya da Ali Koç’un kutbunu seçmek zorunda gibi davranıyor... Özetle Fenerbahçe Cumhuriyeti fena halde Türkiye Cumhuriyeti’nin küçük bir simülasyonu olma yolunda ilerliyor. Yani biz birbirimizi yerken ülke kan kaybediyor, değer kaybediyor, can kaybediyor, gelecek kaybediyor...

Çekelim artık şu süngeri geçmişe. Bu bölünme bizi bugünleri dahi aratacak bir yola doğru götürüyor. Bir an önce sadece FENERBAHÇE dediğimiz eski BİZ olmak zorundayız. Kim gelirse, kim devam ederse, kim kalırsa, kim giderse gitsin mevzu Fenerbahçe ise hepsinin, hepimizin canı cehenneme değil mi? Yani sorunun cevabına gelirsek şimdi ne mi olacak: Ya yine kaldırımdaki gibi omuz omuza vereceğiz ya da (asker ocağında bu yazacağımın karşılığını, ciddiyetini bilen bilir.) Sancak göz göre göre düşecek!