6 Aralık 2018 Perşembe

Ahval-i Cumhuriyet, Ahval-i Aşk


Oynayanlar bilir bazı bilgisayar oyunlarında karakterin gücü vuruldukça azalır, ancak bir yerde siper alıp bekleyince tekrar dolar. Siperden çıkıp üstüne bir de kurşun geçirmez yelek aldı mı, 2-3 tane de bonus puan vitaminlerden yedi mi eskisinden daha güçlenir ve karşısında güçsüzleşen rakipleri kolaylıkla geçerek bölümü bitirir.

O tarz oyunlardan yola çıkarak anlatayım; 3 Temmuz kumpasında düşmanın karşısına bölüm sonu canavarı gibi çıktık ve onu bir güzel dövdük... O şerefli Temmuzumuz sonrasında o şerefsiz yıllardır kazdığı siperin arkasında saklanmaya başladı. Kimse farkında değil gibi ama gücü git gide doluyor, neredeyse mücadeleye başladığı noktaya doğru fulleniyor. Mahkemelerimizin emsal sayılacak tüm davaları finalize etmesine rağmen 3 Temmuz kumpası davasını hiçbir gerekçe olmaksızın nihayete erdirmemesi düşmana yine oyu diliyle kurşun geçirmez yelek kazandırıyor. Futbol takımımızın talihsizce dibe çöküşü ise bir anda beliren bonuslar olan vitaminler...  Oyun falan diyorum ama durum çok ciddi. Tahayyül ettiğimizden çok çok daha ciddi.

Birleştirmeye çalıştığım parçalar çok korkutucu gelmeye başladı. Gözümüzün önünde öyle bir toplum mühendisliği, öyle ince bir senaryoyu kusursuz uyguluyorlar ki ışıldamasına izin vermediğimiz Bahçedeki Fener de önümüzü eskisi kadar aydınlatamadığı için karanlık korkum tavan yapmış durumda.

Daha önce de yazmıştım: Fenerbahçe’yi mini bir Türkiye haline getirmeye çalıştılar ve başardılar. Hedef Fenerbahçe mi? Yoksa fena halde Türkiye’ye benzeyen kulübümüz ve bizler üzerinde daha büyük bir toplumsal olayın simülasyonu mu deneniyor?

Parçalanmış topraklardan vatan, büyük zayiatlar vermiş insan gruplarından kemik gibi birleşmiş bir millet yaratan cumhuriyet süreci; birlikte iken yenilmesi zor ve potansiyeli düşünüldüğünde gelecekte başa bela bir ülke olacağımızı tüm dünyaya göstermişti. Karşılığında tek çözümün bölmek-parçalamak olduğunu ve yapılanları/sistemi hepimiz biliyoruz. Çok uzun yıllardır hep iki kutba bölünerek yaşıyoruz. Çarpıştırılıyoruz ve bize rolümüzü seçmek kalıyor. Bu kutup meselesi her an sıcak tutuluyor, konjonktür gereği ışığı sönenler yerine yeni mevzular/kutuplar yaratılıyor, isimler değişse de bu kurgu yaşamına devam ediyor. Sağ-Sol. Türk-Kürt. Laik-Muhafazakar. Alevi-Sünni... Uzayıp gidecek, yenileri yaratılacak ta ki istenen bölünme sağlanana kadar. Fakat kabul edelim ki biz de baya iyi ayrıştırıldık, öyle böyle kutuplaşmadık. O kemik millet kavramının yanında yeller esiyor...

Futbola dönersek; önce 2011. Bir spor kulübünün kurtuluş savaşı. Kazandık, cumhuriyetimizi ayakta tuttuk. Mücadele bitti gibiydi aslında yeni başladıydı pek çoğumuz farkındaydık. Sinir uçlarımız her gün yeni bir olayla tahrip edildi. (Tıpkı ülke gündemi gibi) Herkes her anını biliyor, anımsatmaya gerek yok, 5000 sayfa kitap çıkar son 7 yılımızdan... Sadece şu örneği vereyim de sinir uçlarımız bi ince titreşsin: Stat dışından paraşütlü işaret fişeği atıldı diye Uefa’dan ceza yedik arkadaşlar... Stat açılışları, arazi&vergi kıyakları, sponsor destekleri, gülü gülene verenler, helikopterler, 5 Milyonluk daireler, uefa lobileri, cezadan muaf tutulmalar vb. İnanılmaz büyük bir adaletsizliğin ortasında akıntıya karşı tek başına kürek çekmeye çalışan bir kulüp.

Derken 2011’deki gibi birleşse; değil kürek çekmek, okyanusu bile kurutacak kitle, tüm farkındalıkları sinsi sinsi beyninden sökülüp alınarak mücadeleden vazgeçirildi ve tıpkı ülkedeki gibi ayrıştırıldı. Her şey önce tribünde başladı. 34.dakikalarda gezi sloganı attığı için dayak yiyenlerle-dayağı atanlar olarak. Rıdvan Dilmen’in bu olaylar üzerine yaptığı açıklamaları ve yer aldığı cephe, bir uyarı gibiydi... Ardından ülke tarihinde eşine az rastlanır şekilde sahiplenilen başkanla taraftar arasına nifak ekildi. (hep söylüyorum başkan da maalesef bu tohumları suladı.) Başarıldı... İkinci ayrışma yine tribünde yönetim istifacılarla-istifacıları ıslıklayanlar arasında başladı. İşte bu noktada 3T kurtuluş savaşımızın panzehiri olan Twitter, aleyhimizde yeni bir zehir türü olarak kullanılmaya başlandı ve troll destekli üçüncü ayrışma düğmesine basıldı. Aykut Hocacılar(vasat severler)-‘’Korkak, vasat Aykut’u’’ istemeyenler... Ateş büyüyordu, ateşi söndürmek için birleşmemiz, uyanmamız gerekiyordu ancak fena halde Türkiye’ye benzedik diyorum ya, herkes her şeyi kanıksamış, sadece olanları izliyor ve her şey de oluveriyordu. (O eski biz şampiyonluk yolunda en önemli maçta mabette 3 pen6mızı vermeyecekler ve kabul edeceğiz he? Ettik. Çünkü Aatıf’ı, Josef-Topal’ı daha çok dert ettik... Başkaları gibi düdük astıramadık!) Derken kongre geldi. Tüm bu bölünmenin son bulması, Fenerbahçe’nin yara sarması umuduyla tazelenmeye ihtiyacımız olduğu için iyi geleceğini düşündüğüm değişim yaşandı. Ali Koç başkanın çıraklık döneminde su kaldırmayacak hatalarının ve dibe vurmuş saha sonuçlarının ateşi körüklemesi ile aksine yeni bir bölünmeyi beraberinde getirdi. ‘’İsimler değil, Fenerbahçe’’ diyen en bilinçli kesim dahi bir kutba dahil olma zorunluluğu hissediyor, görüyorum. Devamlı yeni bir gündemle ayrıştırılıyoruz ve bu kutup meselesi sıcak tutuluyor.

SAMANDIRA’DA ERSUN YANAL İÇİN TOPLANMA ORGANİZASYONU

Yok artık daha neler değil mi?? Topu topu paralı elemanlar olduğu düşünülen 50 kişi gitmiş zaten. Ancak ben Ersun Yanal’ın lobi yaptığına, paralı elemanlar tuttuğuna inanmıyorum. İlişkisinin kuvvetli olduğu QTM büyüklerine ''şu suyu kaynatsa be abicim'' demekten öte gitmediğini düşünüyorum. Hatta kendisinin bile bu sıra dışı duruma hayret ettiğine eminim. Zira 2014 yılında her maç mabetteydim. Bu tribünler asla ama asla Ersun Yanal ile şu yansıtılan gibi taparcasına bir bağ kurmadı. (Durumun Şenol Güneş Beşiktaş tribünü ilişkisi ile birebir aynı olduğunu, futboldan memnun olmasalar Şenol Güneş’in 1 yılı bile bitiremeyecek kadar nötr sevildiğini düşünüyorum...) Hatta pek çoklarımız Trabzonspor geçmişi yüzünden kendisine karşı çok mesafeliydik. Bu isim Ali Koç’u zor durumda bırakmak için muhteşem kullanıldı. Kendisi de (gelirse) yine ileride yaşayarak göreceğimiz birkaç aşamalı bir planın içine çekilerek...

En bilinen sosyal medya trollerinin Ersun Yanal tarafından çalıştırıldığı düşünülüyor. Ben de diyorum ki hayır onlar hiç bilmediğimiz bambaşka merkezler tarafından yönetiliyor ve tek sistemleri Fenerbahçe’yi karıştırmak...

Önce Ersun Yanal’ı Aykut Kocaman’ın ‘’antisi’’ olarak konumlandırdılar. Paylaşımlar bilinçli olarak Aykut hoca bir cephe Ersun hoca bir cepheymiş gibi yapıldı. Haliyle bilinçaltlarımıza ikisinden birini seç dendi. Ben ömrümde ilk defa böyle bir şey görüyorum. Ersun Yanal’ı övme paylaşımları neden aynı takıma gönül veren, daha fazla emek ve başarı veren Aykut Kocaman’ı gömmek üzerinden yapılır ki? Cevap basit: Ersun Yanal gelirse şu anki havadan ötürü 2014’te bile görmediği şekilde taraftarın %90’ı tarafından kabul görmesi istenir mi? Yani bütünleşmemiz istenir mi? Sanmıyorum. Bu vasat futbolcular ordusu ile istikrarsız sonuçlar alması muhtemel, almasa bile hakemler devreye sokularak dizayn edilecek Ersun Yanal başarısızlığı, Konya’da yukarı ivme yakalayacak olan (buna eminim) Aykut hoca üzerinden değerlendirilecek.  Yani yaratılan ‘’Aykutçu’’ zemine cevap hakkı doğuracak... (Başkanlık seçiminde birebir aynı stratejiyi izlediler, şimdi Ersun Yanal üzerinden Mayıs ayında ilahlaştırdıkları Ali Koç’u vuruyorlar...) Sosyal medyada Konya’nın ve bizim lig sıralamamızın olduğu capsler,  ‘’n’oldu gerçek vasatı gördünüz mü’’ minvalinde diyalogları başlatacak. Tabii ki her süreç gibi tribüne haliyle Ali Koç’a yansıyacak. Haliyle de esas hedef olan Fenerbahçe’ye...
 Şekil A: Haberin içeriği sizce de Rıdvan Dilmen'in ters minvalden girerek incece işlediği ''Eğer taraftar ne isterse yapıyor demelerinden çekiniyorsan, çekinme Ersun hocayı hemen getir. Gerçi bence Conte'yi getir'' diyerek vurguladığı algıyı pompalamıyor mu???

Tüm bunların ülke ile ilgisi yokmuş gibi görünse de eş zamanlı olarak yaşananları iyi okumamız gerektiğini düşünüyorum.
-2 Kasım derbisi sonrası yaratılan büyük Fenerbahçe Galatasaray gerilimi. -Bu gerilimin içinde rakibin kin ve nefreti tetikleyecek tuhaf açıklamaları.
-Tıpkı rocky koreografisinde olduğu gibi yine fetonun birkaç gün önce kullandığı bir söylemi kullanmaları (kenetlen)
-10 Kasım haftası peşpeşe Atatürk’e değer veren tüm yurttaşları incitecek tuhaf, saçma olaylar yaşanırken Atatürk’ün kurduğu ve tüm ülkenin ortak değeri olan diyanetin gösterdiği duruş.
- Hukukçu olduğu halde 3 Temmuz’da Feto ağzı ile konuşan; 10 Kasım’da Atatürk’ü tek kelime anmayan, ADD başkanının GS Tweetleri.
-Uçmuhafazakar bir yayın grubunun 30 kişilik GFB  kıyafetli bir taraftar grubunun eski tarihli olduğu açıkça net videodaki Kemalist ve nefret söylemi sayılacak bestesini tesadüfi! Şekilde Twitter’da hortlatması.
-Tıpkı S.Batum gibi konumundaki samimiyetine inanmadığım Cumhuriyet gazetesinin de tuhaf bir refleksle subliminal GS savunması yapması: Neredeyse kadrosunun yarısının fetocu olduğu kanıtlandığı ve çoğunluğu yurtdışına kaçan futbolcuların isimlerini hiç kullanmadan sadece Emre Belözoğlu’nun fetocu olduğunu ve Fatih Terim’in onu bu beladan uzak durması için uyardığını aktaran, gündemle inanılmaz alakasız ve tuhaf zamanlamalı haber
-Yine aynı günlerde olayın baş müsebbibi olduğu halde torinolu şaban’ın adını hiç zikretmeden Ersun Yalan’ın milli takımda ayağını fetö’nün kaydırdığı haberi...
-Bild gazetesinde yayınlanan ekonomik çöküş konulu Fenerbahçe yazısı ve bu yazıda Ali Koç’un cumhurbaşkanının düşmanı olarak adlandırılışı.
-Son olarak da Ali Koç ve Fenerbahçe düşmanlığı bilinen bir medya grubunun yazarımsısı tarafından adeta BİLD’in devam içeriği sayılacak ekonomi kılıflı ‘’Fenerbahçe’ye kayyum atanır mı’’ zırvası...

Tüm bunların arasında Ali Koç’un 14 Kasım’da kendine pek yer bulamayan açıklaması çok önemli: ‘’Birileri bir şeyleri kaşıyor sanki. Ülke olarak uyanık olmamız lazım.’’ 

Komplo teoristi değilim, yazdıklarım kimsenin düşünemeyeceği inanılmaz tespitler de değil sadece birleştirildiğinde anlamlı hale gelebilen bir o kadar da kafa karıştıran kodlarla dolu. Büyük büyük olaylara sebep vermese dahi yıllardır olduğu gibi sinir uçlarımızla oynaması bile yeterli kodlar... Aşağıdaki paragraf Eylül ayındaki yazımdan.


Maalesef kış geldi ve kulübümüz için tarihte hiç olmadığı kadar çetin geçecek. Duvarı yıkılmış Son Kale hiç almadığı kadar soğuk alıyor. Yazımdaki gibi bizim birleşip duvar olacağımıza dair de zerre inancım kalmadı... Fenerbahçe’m ve ülkem için elimden gelmeye yapmaya devam edeceğime söz vermek ve yine bu iki kutsalım için yürekten mücadele edecek insanlara Allah yardımcısı olsun diye dua etmekten başka bir kaçış noktası da bulamıyorum. O'cu, Bu'cu değil sadece FENERBAHÇE diyen herkese sonsuz sevgiler, saygılar.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder