5 Ekim 2016 Çarşamba

DİP

KAPA KAPIYI VEYSEL EFENDİ, DIŞARISI SÜRÜNGEN KAYNIYOR!

Sperm nedir? Ana rahminde üremeye kaynak olan bir hücre... Döllenme gerçekleştikten sonra ise her şey yolunda giderse bu hücre sperm olmaktan çıkar ve bir insana dönüşür. Ancak son bir kaç aydır ülkemizde bilim dünyasını hayrete düşürecek mucizelere tanık olmaya devam ediyoruz. Eli ayağı olan, konuşabilen, hatta belli başlı düşünebilen sperm olur mu? Bilimsel olarak imkansız, ancak bizim ülkede var! Gelişememiş, insana dönüşememiş ancak yine de yaşamayı başarmış bir sürü sperm!

Doğmuş, büyümüş, kendince adam/kadın da olmuş! Kocaman kocaman kitap evlerinin sahipleri mi dersin? Tamı tamına 3 dizide rol almış! Destansı oyuncular mı dersin? Dünyanın tüm komedi yazarlarını kıskandıracak seviyede mizah yeteneğiyle, Kore
de çekilmiş bir diziyi bizim ülkeye adapte edip dizi deryası bir kanala gömmeyi! Başarabilmiş -arkadan destekli- senaristler mi dersin! Bir sürü sperm!

Ulan adama sorarlar, pardon sperme sorarlar; ey modern sahaf! Sen
Halkın takımıdır Fenerbahçe diyen Nazım Hikmeti bilir misin? Ey iki günlük şımarık kız! Sen oyuncu olma hayalleri kuruyorsun ama Ertem Eğilmezi, Kemal Sunalı, mücadelesinin, dünyasının uzağına bile yaklaşamayacağın büyük Tarık Akanı tanır mısın? Sadri Alışık kimdir bilir misin? Ey dürzü senarist! Sen yukarıdaki bu iki densiz çok konuşuldu diye düttürü b*ktan dizinin ikinci haftasına PR yapmak uğruna eminim ki sağda solda marjinal görünmek için ayrı yere koyduğun! O Hababam Sınıfının tuttuğu takıma laf etme cüretinde bulunuyorsun da (üstelik öylesine kokuşmuşsun ki bunu 1 ay önce milyonlar tarafından sosyal medyada linç edilmiş –çok yanlıştı- eski bir çöp topçunun, fanatik sevgilisi üzerinden yapıyorsun) madem sözüm ona mizah yapacaksın da yıllarını fanatik bir Galatasaraylı olarak geçirmiş ancak senin o dalga geçmeye çalıştığın, yan yana gelsen tir tir titreyeceğin Aziz Yıldırım; sorsak kesin karşısında duracağın ama konu Fenerbahçe olunca üç maymunu oynayacağın teröristler tarafından kurulmuş bir kumpasla hapse atıldığında, bu ülkede tek sağlam duran adam Aziz başkandır, takım da Fenerbahçedir, o yüzden artık Fenerbahçeliyim diyen, Aziz Yıldırımla birlikte Anıtkabri ziyaret eden, sarı kırmızı doğsa da sarı lacivert vefat eden mizahın büyük ustası Levent Kırcadan zerre mi utanmıyorsun?














Ciddiye almanın, bu cahilleri bu kıymetli isimlerle aynı cümlelerde kullanmanın bile öz saygımıza hakaret olduğunu biliyorum ama dur demezsek durum fenalaşacak... Bunlar gibi tiplerin güvendiği gücün; yedikleri nanelerden sonra özür diler dilemez Altı üstü bir şaka yapmış, bu Fenerbahçeliler de çok alıngan diye peydah olan duyarlı böcekler olmadığı kesin. Acı olanı sen uyuyorsun renktaş, fena halde uyuyorsun. Bu tipler en büyük gücü senden, bizden alıyorlar. 4 Nisandan sonra ve hala süren çözümsüzlüğe rağmen sokaklara dökülmedik ya, eskiden olsa düdük astıracağımız ama şimdi maçlarımıza liste başı yazılan tetikçi hakemlere dahi susmaya başladık, başlatıldık ya, bikinilisi, dobermanı, eski fetocu devir adamı BOKu, Ertosu, gargameli hiç durmadan mücadelesine devam ederken bizler, izler olduk ya... En çok da yer yüzünde hiç bir spor kulübünün yapamayacağı şekilde nöbetçi kadınlarıyla dahil, saflarını ilmik ilmik sıklaştırdığımız bu ailenin kocaman birliğini; iki ön libero, on numara transferi, golcü verimsizliği, doping muammaları, fetö elleriyle çalınan kupalar! gibi aptal sebeplerle göz göre göre yok ettik ya! İşte bu, tüm spermlere güç veriyor... Artık mabetteki boşlukların, her platformdaki bu dağılmanın bizi zaten bin bir engebe konan şampiyonluklardan iyice uzaklaştırdığını söylemekten klavyemde tüy bitmişken, çok daha kötüsü bizi böyle iki günlük sürüngenlerin, spermlerin mikroplu ağızlarına mizah yapabilecek! Kadar cüret sınırlarının dibine ittiğini nasıl hala göremiyoruz, nasıl en büyük gücümüz olan milyonlarca, yan yana duruşundan ödün veriyoruz anlayamıyorum. Kafayı yiyorum... Biz bu çözülmeyi sürdürdükçe bizim her şeyimiz dediğimiz ailemizin sırtından; para, reyting, PR değeri kazanmak için uğraşan zibidiler akşamına TT olur, ertesi güne de tüm gazetelerde konuşulurum diyerek senaryolarına, tweetlerine Nazım Hikmetin, Ertem Eğilmezin, Kemal Sunalın kemiklerini sızlatan zırvaları yazmaya, biz silkinip mücadelenin bitmediğini, eskisinden dahi büyük olduğunu anımsamazsak hiç masum olmayan bu düzenin çıbanları her yeni gün artarak masum şakalar yapmaya devam edecek...


Son bir paragraf şart. Tüm suç bizde mi? Hayır... Hiç bir dönemde bu kadar güçsüz, desteksiz bırakılmamıştık. Fenerbahçeli kanaat önderlerinin bile sustuğu (susturulduğu deme, susturulabiliyorsa zaten hiç Fenerbahçenin kanaat önderi olmamıştır...) günlerdeyiz. Bugün Fenerbahçe takım otobüsü kurşunlanalı, otobüs şoförü şakağından vurulalı tam 550 gün oldu. 550 gün! Ortada kurşunu sıkan, azmettiren, örtbas eden tek bir isim dahi yok. Filmi bile çekilebilecek bu hikayeyi en devrimci! Veya en laik! Senaristi, karikatüristi, sanatçısı, gazetecisi avaz avaz dile dökmüyorsa! Bütün takımın canına kast edilen suikast bu ülkede Aziz Yıldırım'ın telaffuz edemediği tek harften, bir topçunun magazinsel sevgilisinden daha çok konuşulmuyorsa! O ülke de, futbolu da çoktan dibi boylamıştır, eyvallah işimiz zor... 

Peki biz ne zorlar görmedik mi renktaş? Biraz yaklaş, geç olmadan safları sıklaştır. Harekete geç. Düşmanın yenilmesiyse niyet bağırdığın gibi; "Yüreğini koy ortaya..."

15 Ağustos 2016 Pazartesi

10-9-8-7-6-5-4-3-2-1-0!!! LAYLAYLAY....

Hafızası yeten hangi Fenerbahçeliye son 29 yılın en rezil sezonunu da, en kült* sezonunu da sorsanız; 3 hoca değiştirdiğimiz, ligi 6’ıncı sırada tamamladığımız, futbolcuların takım içinde gruplara bölündüğü, Ortega’nın kaçıp gittiği, Yusuf Şimşek’in yer yer sol bek oynadığı! Avrupa’da facia futbol sergilediğimiz o absürt 2002-2003 sezonu diyecektir. Her ne kadar 3 Temmuz’un yarattığı öfke problemine o dönem henüz sahip olmasa da her anını duyguları ile yaşayan Fenerbahçe taraftarı, tıpkı bu sezon sonu olduğu gibi o yıl da ligin çok üstündeki o kadronun eriyip gidişiyle takıma küsmüş, kızmış ve tüm umutlarını yitirmişti…

Bu iki sezon arasında, ikinci kaptanların ezeli rakibe transferleri (revivo & 77$), büyük umutlarla gelen dünya yıldızlarının mutsuz suratları (Ortega ve RVP) gibi benzerlikler de var ancak benim üzerinde durmak istediğim benzerlik “büyük küskünlük”. Zira o yıldan almamız gereken dersler var renktaş. Ders diyorum çünkü 2003 yılındaki, her aşığın küskünlüğünde olması gerektiği gibi “yârini görene kadar” sürdü ve naz oluverdi, bitti… İşte o kısa süren “naz” tarihin akışını değiştirdi.  Daum’lu Fenerbahçe’nin Almanya kampındaki daha ilk maçında! (bu arada hatırlayanlar olacaktır Gökhan İnler ve Eren Derdiyok da o maçta Fenerbahçe formasıyla sahadaydılarJ) geçmiş sezon unutulmuş, yeni transferlerle heyecan ve ümit yeniden yakalanmıştı. Bu sezon ise yapılan nokta transferlere rağmen bir kesimde gördüğüm tek şey kocaman bir ümitsizlik ve küskünlük! Evet bu süreçte takımın çözülememiş bir teknik direktör problemi vardı, eet kötü bir futbolla şampiyonlar liginden elendik. Ancak bu sorunun hemen hemen çözüldüğünü söyleyebiliriz. Üç güne UEFA, 5 güne lig serüveninin başlayacak olmasına rağmen henüz ülkeye ayak basmamış, idmana çıkmamış antrenöre dahi tavır alabilecek kadar nasıl küsebiliyor “sevdiğine” bu güruh anlayamıyorum, inanamıyorum. İçinde bulunduğumuz koşullar bizi tam tersi yönde evirirken, nasıl bu kadar şımarıklaştık?

Oysa 2003’te taraftar her şeyi çabucak atlatarak takıma inanılmaz sahip çıkmış, mabet; merdivenler dahil! Kapalı gişe maçlar görmüş. Özel tribün şovları dünyada konuşulur olmuştu (Özellikle devre arasında stat ışıklarının kapandığı, binlerce maytapla yapılan “Samanyolu” show’unu neden geleneğe dönüştürmediğimizi hala anlamamaktayım! https://www.youtube.com/watch?v=CdzHE0o6tko), özetle taraftar bu ivme ile inandığı takımına şampiyonluğu getirmişti ve asla alelade bir şampiyonluk değildi, tarihi değiştirmişti o şampiyonluk!

29 yılın en kötü sezonunun ardından gerçekleşen o kenetlenme; stadyumunu tamamlayarak gelirlerini katlamış bir Fenerbahçe'ye karşı, devamlı küçülen rakiplerini ittifak haline sokacak kadar değerli bir devrin başlangıcıydı. Hemen ardından daha da büyük yıldızlar ve bir şampiyonluk daha getirmişti o inanç. 2006’da gelecek üst üste 3.şampiyonluğun; ardından 4’üncüsünü hatta 5’incisini, yani daha büyük gelirleri, daha büyük yıldızları getirebileceğini, tabi Lyon hegemonyasındaki Fransa ligi gibi seyir kalitesinin düşüp, Fenerbahçe’nin her gün zenginleşirken, baronların gelir kaybedeceğini bilen kirli düzenin, Denizli maçında Selçuk Dereli’nin tetiği çekmesi ile nasıl bu gidişe dur dediğini çok iyi biliyoruz. İşte bu yüzden o şampiyonluk herhangi bir şampiyonlukla eş değer değildi. Ligde 2’incilikten daha aşağısını görmeyecek, devamlı şampiyonluğa oynama alışkanlığı kazanacak, Avrupa’da bir çeyrek, bir de yarı final görecek, 1’e 17 ittifaklar kurdurtacak, makas açıldığında Denizli facialarının çok daha ötesine giderek sonu mahpushanelere kadar varacak; örgüt, rakip, lobi destekli, itenin de, düşerken tutmayanın da! Sonunda kaybedeceği operasyonlara maruz bırakılacak  “Yeni Fenerbahçe”nin doğuşuydu, geleceğe manifestosuydu!

Yani demem o ki renktaş! Ders vermek haddim değil ama hiçbir şeyden değilse anılarından ders al! 2003 yılında dibin dibini görmüş takımı diriltip, 3 sene üst üste rakiplerin anasını ağlatan da, ülkenin düzenini dahi değiştirmeye çalışanların! Düzenlerini değiştirerek, futbolu geçtim, cumhuriyet tarihinin akışına mürekkep damlatan da sensin! Hal böyle iken o armayı taşıyan herhangi bir profesyonele, Ivan Bebek denen köpekten daha fazla kızmaya hakkın yok! Hocan defansif/ofansif dilediği futbolu oynatsın, o kulübede durduğu müddetçe; “Fenerbahçe mutluluktur” deyip, Trabzon’a gidebilecek kadar küçük vizyona sahip hocalara dahi demediğin lafları o’na söylemeye hakkın yok! Sev, sevme. İsterse kişisel hataları, camiasına yaptıklarını dahi unutturabilecek kadar çok olsun. Piyasada gezinen en delikanlısının! İki inşaat bir kupa için güce yalandığı devirde, Don Kişot misali direnip, senin başını dik tutan, rotanı Anıtkabir’e çeviren, mahcubiyetinden gözüne bakamayan diğer taraftarların bile gıpta ettiği direnişine göğsünü siper eden kulüp başkanına, hepsini geçtim sadece bu cumhuriyetin en büyük makamlarının başında gelen sarı-lacivertli yüce makamına olan saygından bile hakaret edemezsin!

Oyunu senden daha iyi görebilecek kim var? Daha kimse kandırılmamışken, ülkede sular çarşaf gibiyken bile “Memleket elden gidiyor” diyerek bugünleri görebilmiş senden başka kim var? Hala bu kirli düzenin canavarına, kuklalarına, köpeklerine nasıl bu kadar malzeme verebiliyorsun? Monaco maçındaki el alemin hakemi dahi sana rakiplerinin 23 futbolculu kulüplerden (üstelik ülke sınırları dışında dahi) çok daha fazlası olduğunu gözüne soka soka! Gösteriyorken sen hala nasıl 3’ü 5’i 2’yi kendine düşman belleyebiliyorsun? Eşi, annesi tribünde nöbetteyken, kaldırımları tribün yapan sen, nasıl olur da bilmem kim orada olduğu müddet ben yokum diyebiliyorsun? Tribünleri tıklım tıklım dolduran o kadınlarımızdan nasıl utanmıyorsun? Fenerium'da ürün kalmadı diye "klima ne kadar, onu alalım" diyen sen, nasıl "o adam gitmezse Fenerium'dan kibrit bile almam" diyebiliyorsun? İslam Çupi’nin kemiklerini nasıl bu kadar sızlatabiliyorsun? 

Sen Fenerbahçeli değil, sen Fenerbahçe’sin. Kendine küsemezsin. İstediğin kadar yürü, mevcudiyetinden uzaklaşamazsın! Kurşun yemiş Mehmet Topal’ın; koşarak gitse eyvallah diyeceğimiz halde inadına inadına pazı bandıyla savaştığı mevziden, çift ön liberolu sistem zırvaları, golcülerin kısırlıkları ve türlü operasyonlara rağmen kıl payı elinden alınan demir kupalar yüzünden SEN uzaklaşacaksan! Bir an bile bekleme, dolabındaki tüm formalarını gariban çocuklara dağıt, sanal dünyandaki “tuttuğu takım” bio’larını sil, çocuklarına içini tam dolduramadığın bir mirasla büyüteceğine, rakip aşkı aşıla. Çocuk en azından bol dualı, bol teşekkürlü kupa görerek büyür! Hatta 77 numaralı paragözden bile özür dile de ÇEKTİR GİT… 

Yarısı paftan olma kadrolu hazırlık maçlarını dahi heyecanla seyrettiğini bildiğim tüm renktaşlarım; tarihi değiştirmek, tarihini sevmekten başlar. Lefter’in, Selçuk ağabeyin giydiği o muhteşem çubukluyu bu yıl her zamankinden daha iyi tasarlamışlar. http://www.fenerium.com.tr/tr/fb-110-yil-efsane-cubuklu-mac-formasi-p-22940  Giyin ve aynana bak. Cefasıyla, sefasıyla, ADI GÜZEL, düzeni kirli yepyeni bir sezon, haliyle yepyeni bir direniş başlıyor. Hoca ne kadar ofansif? O sistem nasıl olacak? Oyunu kim kuracak s**tir et de, gir koluma, santra ile beraber ver omuz omuza, bir türkü tutturalım: SEVDAMIZA KİMSE ENGEL OLAMAZ, BAZEN HÜZÜN VARDIR BAZEN MUTLULUK. FENER SEVGİSİNİN ADI KONAMAZ, NE KUPA BÜYÜKLÜĞÜ, NE ŞAMPİYONLUK!


*Tuncay,Ortega,Serhat,Serhat,Ceyhun,Ü.Özat…

18 Mart 2016 Cuma

ÇIĞLIK

29 yaşındayım ;

* 4 tane: “Ulusoy-Gülen- Ağar- Yılmaz’lı, 1 sezonda 18 penaltılı” rakip şampiyonlukları…
* 1 tane “Çakıcı’lı & Engin’li bol telefon görüşmeli” rakip şampiyonlukları ve düşecek takımları belirleyen şikeleri…
* en az 4 tane “Dereli’li, baki mercimek’li, bilimum ayak oyunlu, FB 30 yıl kupa alamadı! reytingli” Türkiye Kupaları gaspı…
* 1 tane “Dereli’li, +16 Denizlispor skandallı, ‘teşvik yapmadık diyemem’ Adnan’lı, 20:45’li” şampiyonluk gaspı…
* 1 tane “Papermoon’lu-el değmemiş lig istiyoruz müttefikli” ülke futbolunu ayrıştırmış sezon…
* 1 tane “yine! 17’ye 1’li, Bursa ile yedek kadrolu! Bjk finalli, Kıvrak’ın Bursalı’ya yemek ısmarladığı! Son dakikalı” şampiyonluk gaspı…
* 1 tane “cemaat & emniyet & uefa & tff & hükümet & adalet bekçileri elli, metres’li, silivri’li,gerçek kurşun kullanabilirsinizli, avrupadan 8 yıl! Menli” operasyon…
* 1 tane “Çakır’lı, canları hiçe sayıp ‘kupa almadan gitmem’ diyen kabadayılı meşhur play-off finalli, coplu, gazlı, terörist yaftalanmalı, emniyetle gurur duymalı” şampiyonluk ve insanlık gaspı…
* 1 tane “saray ziyaretli, otobüs kurşunlanıp ölümden dönmeli, b.arınç’ın ağzından haftalar öncesinden ilan etmeli, melo’nun sarı kart bile! Görmeme rekoru kırmalı,” şampiyonluk gaspı
* Onlarca “”Ali İsmail Korkmaz, Mustafa Kemal Atatürk, Gezi, sloganına tribün cezası…
* Onlarca haksız rekabetli vergi kıyağı…
* Haksız rekabetli stadyum kıyakları…
* Avrupa’da “paraşütlü maytap” cezası… Akabinde hala süregelen “MEN” tehdidi
* 1 tane “sonradan 1 yıl men alan! Dopingli futbolcu oynatılmalı,  kendisini iten futbolcuya sarı bile vermeyip, karşılık veren Pereira’yı tribüne göndermeli” şampiyonlar ligi katılımı gaspı…
* En önemli futbolcusunun arabasına yorgun kurşun! İsabet etmeli, en az 9 puan gasplı hala devam etmekte olan bir sezon

Gördüm...

Yani tüm bunlardan yola çıkarak “artık bana gördüğüm hiçbir maç, hiçbir gasp ‘yok artık’ dedirtemez”  diye düşünüyordum ki dün itibari ile 1 tane de Uefa çeyrek Finali Gaspı GÖRDÜM. Öyle ki maçın duygusallığı ile Çakır’a, Dereli’ye bile “hakemmiş ulan onlar” diyebildim… Tabi şimdi bu sözümün arkasında değilim. BEBEK ne kadar tetikçi ise onlar da o kadar tetikçi!

Braga faciasından daha beter olanı; artık uluslararası arenada bile skandalların direk hedefi haline gelmiş, adeta “Rab tarafından sınanan bir taraftar jenerasyonu” olduğumuza kesin olarak inanmaya başlamam… 5 yaşımdan beri futbolu büyük aşkla takip ediyorum. Ben bu kadar direk olarak üzerine oynanan bir futbol kulübü, hatta spor kulübü görmedim, duymadım, filmlerde bile izlemedim.

Bu yapay rekabet ortamından inanılmaz sıkıldım ve şerefli, gerçek, kirlenmemiş, Allah korkusu olan bir ligde yer almak için tüm liglerden çekilmeyi hiç istemediğim kadar istiyor haldeyim. Düşünsene Sarıyer Spor, Vefa Spor, İstanbul Spor gibi takımlardan İstanbul Ligi kurup orada oynuyoruz. İskoç Ligi gibi az takım olduğu için de daha sık kavuşuyoruz Fenerbahçemize, mabedimize. En güzeli de futbolcularımız bataklıkta değil, çimlerin üzerinde koşturuyor… Ne güzel olurdu. Bahis mafyasının, TV baronlarının, mason mektep sultanlarının, hükumetin, lobilerin, cemaatlerin, kabadayıların ve kirli rakiplerin hiç birinin olmadığı bir lig. Bunun hayalini sene sonu gelme ihtimalinin artık çok ama çok zayıf olduğuna inandığım şampiyonluktan, ondan sonraki şampiyonluklardan, Avrupa’da boy göstermekten falan çok daha fazla kurar oldum. Yoruldum.

Tetikçi bir Hırvat piçinin yüzünden sinir krizi geçirmek, kalp ritim bozukluğumun korkusu ile uykusuz gece geçirmek ve hayat arkadaşıma da bu korkuyu yaşatmak… Kullanılıyorum. Kullanılıyoruz, onlar da kullanılıyor ama en çok ve direk olarak hep biz kullanılıyoruz. Kendimi biliyorum, tabi ki ne o koltuklardan uzak kalabileceğim, ne o armadan. Ölene kadar vazgeçemem. Ancak gerçekten artık bu kadar tuhaf bir oyunun hem en büyüğü hem de şamar oğlanı olabilmekten inanılmaz yıldım. 2011 Temmuzundan beri karnımdaki çığlık atma arzum geçmiyor. Rahatlamamız ve deşarj olmamız gerekiyor ancak olmuyor, oldurulamıyor... 

Dün itibari ile Portekizlilerin "Ole" seslerine isyan eden Caner’in 90. Dakikadaki i-na-nıl-maz deparı, Alper’in kabullenemeyiş tekmesi, Volkan’ın 3 Temmuzda takımdaymışçasına “Fenerli” nefes alışı ve bunun gibi tüm isyanları GÖRMEK dışında kupa, yıldız, şampiyonluk görme arzum, hırsım kalmadı... O depar kalan 27 puanı benim gönül haneme çoktan yazdı.

Sene sonunda sadece; ses tellerim kopana kadar Çığlık atmak, tam “5 yıllık” ağlamak istiyorum…



24 Şubat 2016 Çarşamba

#DİRENVİCDAN

Meyveli yoğurtlar mı? İsrail menşeili tohumlar mı becerdi bu kadar genlerimizle oynamayı bilmiyorum. Yeni Dünya düzeni projesinin denek ülkesi olarak sanki biz seçilmişiz ve sistem, nakış nakış değiştiriyor gibi tüm kimliklerimizi… Ulu Önder; çok değil 90 senede bu kadar tecavüzcü, bu kadar gaspçı, bu kadar hırsızlığa yolsuzluğa meyilli, bu kadar adalet duygusundan, vatanseverlik hissinden bihaber insanların olacağı bir topluma evrileceğimizi bilse Kurtuluş Savaşı’nı asla vermez akışına bırakırdı. Ne alaka şimdi bu blogda diyorsan, yanlış geldin sevgili okur. Hep söylüyoruz "Fenerbahçe Türkiye’nin ta kendisidir" diye, işte o yüzden bu bir “Ülke Hali” yazısıdır. Dolayısı ile bu bir Fenerbahçe yazısıdır! Mürekkebin kalbi sarı-laci, kabı, kalemi ve sayfası kırmızı-beyaz…

Kızı potansiyel bir cinayet ve tecavüz kurbanı olan babaların memleketi oldu Ata’nın muasır medeniyet olma ümidi ile kurduğu bu güzel ülke. Oğlu, uyuşturucu baronlarının yaşam üçgeninin potansiyel en alt basamağı. Kendisi bir otoyol kenarında otobüs beklerken nereden geldiği belli olmayan bir yorgun! Kurşunla b*ku  b*kuna kurban gidebilme riskine sahip dönüyor evine artık bu topraklarda. Hep candan örnek verdim, bu toplumun daha çok önemsediği! Canan’dan yazayım biraz da… Arabasını evinin önünde teröristlerce yakılmış bulabilme potansiyeli ile yatağa giriyor, arazisi hatta ailesinin mezarlıkları, bir milletvekili istiyor! diye yol yapılıp hiç edilebilme ihtimali ile nefes alıyor bu yurdun insanları (dedemin köyü Çayeli’ den gerçek bir örnektir) . İşte o babalar, analar, evlatlar o “dev güven” nereden nasıl geliyorsa! Tüm bu potansiyellerin içinde o yılanın kendisine hiç dokunmayacağından dünyalar kadar emin yaşıyor. Daha kötüsü yılanın aslında dokunmadığı kimse olmadığının farkında olmadan yaşıyor. Artvin’de kesilen ağaçların Artvinlilerin sorunu olduğunu düşünüyor… 3.Havalimanı’nın daha uygun bir yere değil, inatla o bölgeye yapılmasını sadece o bölge halkının sorunu sanıyor. Kendini ölümsüz, mucizevi,  dokunulmaz sanıyor. Etrafında yaşanan hiçbir şeyin kendisine bir etkisi olmadığına adı kadar emin. Komşusunun ağacı kesildiğinde avaz avaz susan, beyni uyuşturulmuş Murat Bey;  o ağaçtan kendisinin de faydalandığının farkında değil! O ağacın sadece komşusu Hikmet Bey’e oksijen sağladığına inandırılmış… Günün sonunda kendinin de bu işten zarar ettiğini anlayabilmesi için ancak madden, somut bir gaspa uğraması gerekecek kadar uyuşturulmuş, bencilleştirilmiş!  Artvin Cerrahtepe halkı Artvin için değil İstanbul için mücadele veriyor. Muş için mücadele veriyor… İnanmayacaksınız ama Sırbistan için, Helsinki için direniyor. Kadın dernekleri İstiklal’de ellerinde pankartla yürürken, oradan geçen Veysel bey, o kadınların kendi karısı ve kızının potansiyel cehennemi için de yürüdüğünün farkında değil, üstelik tüm nefreti ile “anarşist o*ospular diyebilecek kadar bihaber! (Özgecan Aslan’ın yıldönümünde Beyoğlu’nda yaşanmış gerçek örnektir). İsyan etmek ve birleşmeyi istemek için ancak kendisine, ailesine bir zarar gelmesi, cüzdanından eksilmesi, elinden alınması özetle ateşin kendi ocağına düşmesi gerekiyor.


Serdar Akar’ın “Hayat fena halde futbola benzer” sözü hayat adına yaratılmış en özlü sözlerdendir. Cidden fena halde benzerler... Çatladıkapı Spor ile Sulukule Spor maçında, Sulukule maçı hakem koruması ile kazandığında sadece Çatladıkapı Spor’un hakkının yendiğini düşünen diğer 15 takımdır halk… Saha çizgileri kader çizgilerindir, kalen namusun, stadın evin… Takımın ailen, taraftarın eşin dostun. Hani iyi günde hep yanında, kötü günde daha bi uzağında olanından. (tabi istisnalar hariç, övünmek gibi olmasın! baş harfi FENERBAHÇE) Rakip taraftarlar komşuların. Rakibin, seni hayat yarışına bağlayan ne varsa, yapmak, başarmak istediğin ne varsa o dur ve hayat hiçbir zaman adil değildir be okur… O büyüdüğüm harika filmlerdeki gibi birleşip mahalleyi ateşe veren “canavar“ müteahhiti alt etmek yerine tüm mahallenin “bu ateş üfleyerek sönmez” diyenlerin yanında durduğu sonucunda yeşilin ya banknota ya betona döndüğü, o kerpiç evin yıkıldığı müteahhitin kazanıp, masumiyetin kaybettiği süper bir lig. Süper bir hayat…  

Futbol uğruna kurşun yemiş komşusuna elini uzatmayanların, çıt bile çıkarmayanların; bir penaltı, birkaç kırmızı kartla “bu hayat çok boka sardı” dediği, tüm geçmişi çirkefliklerle dolu serserilerinden birinin nasıl olduysa kendi iplerini tutan kuklacıya kırmızı kart gösterdiği için, o serserinin heykelini dikmek isteyen fakat faili meçhul kurşunlarla şakağıdan vurulan ama Allah’ın çocuğuna bağışladığı gariban otobüs şoförünün yüzünü, adını, sanını çoktan unutmuş olan bir mahalle. Yapayalnız ve bencil bir tirat… Bir dram…

Kapanışı bizim büyük ailemizin, eşin dostun çok iyi bildiği bir sözle ve bu sözün en kısa sürede ete kemiğe bürünmesi dileği ile yapıyorum canım okur;
“Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” 

#DirenArtvin  #DirenHayat  #DirenÜlkem #DirenFutbol #DirenFenerbahçem  #DirenVicdan

17 Şubat 2016 Çarşamba

KİMLİK KARTI

Tanıştığım ilk Avrupa maçımız, aynı zamanda izlediğim en özel birkaç maçtan biri olan; Kemalettin’in, yıllar sonra Selçuk Şahin’e devredeceği “tuhaf şut golü” genetiği ile 1-0 kazandırdığı, Maccabi Tel Aviv maçının, mabetteki rövanşıydı. Hem hayatımda heyecanını yaşadığım ilk Avrupa maçımdır hem solumda kalanlar sıralamamda; Rapaiç’in ardından gelen Okocha’nın resital golüyle kırmızı kramponlarına iyiden iyiye aşık olmaya başlayışımdır hem de babam ve arkadaşının demlendiği, arada bir göz ucuyla süzdüğüm o kallavi sofradan, babamın anneme çaktırmadan çağırıp “al bakim kerhaneci” diye içirdiği ilk rakıdır o maç… Kalecinin sağına giden top, yutağımdan akan zehr-i şerbet… Solumdan saldıran son 15 dakikadaki taşikardiler… Her tadı hala damağımdadır. Kafam hala leyla, kalbim hala aşık, hala ritimsiz…

Girizgahı uzatmayayım, işte ilkokulda kırmızı krampon giymenin “orta hallilik götergesi” olduğu, doğrusu orta hallilik kavramının olduğu o güzel günlerden, ya fakirsin ya zengin günlerine, mertliğin çoktan bozulduğu, kramponun pembesinin bile çıktığı, rakının çocuklara gizlice tattırıldığı değil, statlarda çocukların başına atılıp hastanelik edildiği bu günlere kadar nice Avrupa maçı oynadık. Sanıyorum ortak kanımızdır ki en iyi oynadığımız Zico’lu çeyrek final dönemi dahil, Fenerbahçe’min genlerinin her zerresini yansıtabildiği böylesine bir Avrupa maçı hatırlamıyorum. İbrahimoviç’li İnter’i sahasına kapadığımız maç, bu konuda benim en yüksek çıtam iken, dün akşam süper ligde bile (hatta Galatasaray maçlarında bile) hiç oynamadığımız kadar dominant, ne yaptığını bilen ve herkesin hayalini kurduğu, sağdan-soldan, ortadan, şuttan, duran toptan, tabiri caizse “tekme tokat” döven, aynı zamanda tek bir pozisyon dahi vermeyen üst düzey bir takım izledik. Eleştirebilecek noktaları söylemeye utanıp dillendirtmez bazı maçlar. İşte öyle bir maçtı. “Şunlar da olmasaydı” dersem küfür yiyebileceğim hayal gibi bir maç. O yüzden o meramımı  başka bir yazıya saklıyorum…
Maç sonu, bugüne kadar tüm hocalar arasında duyduğum en “vay be” dedirten söylemde bulundu hoca: “Tıpkı insanlar gibi takımların da kimlik kartı var ve Fenerbahçe’nin kartında ‘oyunu domine eder, rakip yarı alanda oynar, ani atakları durdurur’ yazmalı” dedi… Gerçekçi olmasa da manasını anlayabildiğim “Rakip Real Madrid bile olsa” eklemesi dahil, her harfine imzamı atarım! Ersun Yanal stratejik, net ve motive edici söylem konusunda çok iyiydi fakat Pereira bu konuda bir üst seviyede ve sadece takımı değil camianın dinamiklerini de çok güçlü harekete geçiriyor. Kafasındaki sistem, çok daha azını yapabilse de Aykut Hoca ile deneyimlediğimiz gibi bu kupada iş gören bir sistem. Eğer her maça yayabilir, Avrupa-Süper Lig ayrımı olmaksızın aynı motivasyonu sağlayabilirse, 2 kulvarda da kupa hayali yanı başımızda olmasa da sanıldığı kadar uzakta değil. Hatta hakem ve canavar düzen faktörünü göz önüne alınca bu disiplinle devam halinde Avrupa’da kupa, Türkiye’dekinden daha kolay bile olabilir! Büyük resme baktığımda ise bambaşka bir hayal, heves kımıldıyor midemde. Uzun yıllar sürecek bir sabır denemesi. Bu disiplin ve sistemin kulübün temel harcı haline gelmesi ve “sistem takımı” olmak... Avrupa’da bir dönem PSV, bir dönem Porto ve en uç örnekle Arsenal istikrarı yakalayabilmek… Bu imkansız değil sadece zaman alacak zor bir seçim. Bu seçim yöneticilerden ziyade bizim seçimimiz… İşte o yüzden “Şunlar olmasaydı” diyebileceğim diğer bir yazıda görüşmek üzere. En kötü günümüz de futbolumuzda böyle olsun, Bursa maçı 3 olsun bizim olsun canım renktaş…
       


4 Şubat 2016 Perşembe

FENERBAHÇE vs CANAVAR

Bu ülkenin kronik yarasıdır. Dayatılanın kölesi olmak ve birilerinin istediği, başka birine dönüşmek... Arama motoruna “Halkın Takımı Fenerbahçe” yaz, arat sevgili okur. Bu halkın, bu kronik hastalığa henüz direnebildiği günlerde yani mazide tüm sömürülere rağmen ülkenin vicdanlarını ayakta tutan, yüzlerinde tebessüm yaratan, ''iyi insan olmanın'' kazandırdığını öğreti olarak sunan, sanat namına üretilen son şaheserlerin tüm büyük üstatları; "İlle de Fenerbahçe" demiştir. Bu ülkenin, ay sonunu zor getiren Erzincanlı öğretmeni de, Artvinli kasabı da, orta halli bakkalı da kendinden bir şeyler bulduğu içindir ki; bileğini kessen sarı kırmızı akacak fanatik Aydemir Akbaş’a bile Fenerbahçe forması giydirmiştir o güzel ustalar… 

Babamın, benim şu anki yaşımda olduğu o tarihlerden bahsetmem abesle iştigal olsa da sana yemin edebilirim ki sevgili okur gözlerimle gördüğüm 90’lı yılların sonlarına kadar da bu durum böyleydi. O dönemde de benim Erzurumlu lostracı vatandaşım hala en çok Fenerbahçe'yi benzetiyordu kendine... Sonra, batıdan "paraya dönüşebilir kötü ne varsa alma" nın ustası; siyasetinden, mafyasına, medyasından, iş adamına o lanet güruh, 90’ların sonunda topluca çiftleşti ve iğrenç bir yaratık doğurdu… Adını batıdaki baronlar çoktan koymuştu: “Futbol endüstrisi”... 

Bu günah tohumunun camiası, futbol dünyasını kirletebilecek her bir parıltıyı görüp keşfedip belirledi. Eğitti, büyüttü. Pastadan dilim verdi. Bu trollere roller yazdı! Yarışmalar da sundular, canlı yayında diplomasız basur uzmanı da oldular. Canavarın tek gıdası nefretti ve bu ülkenin; rüzgar esse bölünmeye, kutuplaşmaya hazır güzel insanları, nefret konusunda çok kolay manipüle edilebilen ve buna dünden hazır psikolojisiyle; can almaktan çekinmeyen, hepimizi çiğnemeden yutabilecek bir canavarı el birliği ile devleştirmeye başlamıştı… 

O güzel mazide; Fenerbahçe şehrine geleceği için uyku uyumayan çocuklar, muhtemel dükkan bereketi için bayram eden esnaf ağabeyler şimdi kazancını, ekmeğini bile görmez hale getirildi. Hababam Sınıfı’nın yufka yürekli haylaz çocukları yıllar önce o meşhur replikleriyle “ne çektiysek bu Trabzon’dan çektik” deyip onore ettikleri şehirde, gün gelip de çok sevdikleri Fenerbahçelerinin otobüsüne kurşun sıkılacağını kabuslarında bile göremezlerdi! O güzel günlerden beridir adı konmamış bir gelenekçesine  devlet büyüklerinin, asker büyüklerinin de çoğunlukla takımı olan Fenerbahçe’nin kurşunlanışının şimdi aynı mercilerce umursanmayacağını, “taşlanma” , “yorgun kurşun” gibi mazeretlerle örtbas edileceğini ve suçluların 300 günden fazladır bulunamayacağını da bilseler, değil futbol, memleketin elden gideceğini bilseler Hababam Sınıfı’nı bile lağvederlerdi herhalde... 

Cemil Turan’ı televizyonda bile görebilmek için can atan bir halktan; rüyasında göremeyeceği Ortega'ya taç atacakken tribünden silah doğrultan bir halka dönüşebilmek... (2003 Diyarbakır stadyumu.) Hem basketbol milli takımında, hem futbol milli takımında eş zamanlı oynayıp ikisinin de yıldızı olabilmiş gerçek bir milli kahraman Sinyor Can Bartu’yu renk ayırmaksızın bağırlara basmaktan; bir MİLLİ maçta Volkan’ın 5 aylık bebeğine sövebilmeye dönüşmek…(2014 TT Arena.) Bunun "ama Volkan Demirel de şöyle yapıyor, böyle yapıyor" ile başlayabilecek bir açıklaması yok! Bir teröristin bile 5 aylık kızına sövemez-Dİ benim vatandaşım. Halkım... (–Di li geçmiş zaman…) 

İşte o canavar bunu bile başardı. Ülkenin en pozitif reytingini (Fenerbahçe) Pazar pastasını büyütebilmek için negatif bir uç yaratarak, nefret odağına oturtarak tek ve en büyük reyting haline getirdi! Bu bir “Fenerbahçe tek, siz hepiniz” yazısı değildir canım okur. Fenerbahçe diğer 200 takımdır zaten.. Fenerbahçe hepsinin karışımıdır. Bu ülkedir Fenerbahçe. Lostracı Kazım ustadır. Diyarbakırlı manav Recep’tir. İzmirli çiçekçi Rezzan abladır… Bu ülkenin genetiğidir, tüm karakteristiğidir. Ayrı düşünülemez, düşünmez! Bölmez, birleştirir! 

Bu yazı; daha fazla kazanabilmek uğruna, her gün biraz daha acımasızlaşan reyting canavarının her gün biraz daha şişen göbeğine lanet okuyan bir manifestodur! Doğrudur, artık birbirimizden haz etmiyoruz ey halkım.  Laiki, muhafazakarı, sünnisi, alevisi diye bölündüğümüz gibi her bölünenimiz de kendi içlerinde Fenerbahçelisi, bilmemnelisi diye bölünüyoruz. Ama unutuyoruz! Ne sen benden ne ben senden farksızım. Sen bana ne kadar b*k atıyorsan o kadar b*ksun.. Ne kadar dua ediyorsan emin ol o kadar duamı alıyorsun. Sen bensin ey gerzek! Bir düzen, tüm temelimizi dinamitlerle patlatmış ve sadece tek bir kolon üzerinde 18 takımla debelenip yıkılmamaya uğraşıyoruz; anla artık. 

Canavar, kulaklarına TV ve Sosyal yalnızlık platformlarında yetiştirdiği şeytanilerle vesvese verdikçe biraz daha düşman olmaya devam ediyorsun.  “Bak bu penaltı değil ama işte Fenerbahçe hep böyle kazanıyor zaten” diyor, yiyorsun… (Fenerbahçe’nin son 15 yılda penaltı sayısında Gaziantepspor’un bile gerisinde 5.sırada olduğu İTÜ araştırmasını göstermedikleri için, 2 yılda bir istisnasız 30’ar maç penaltısızlık serisi yakaladığında değil de 31. Maç muammalı! penaltı kullandığında haber yapıldığı için midesindesin canavarın)... 

 “Bak bu Volkan da ama resmen kaşınıyor”... (Ülkenin imparator dediği insan ailesi hariç herkesle kavga ettiği halde imparatorlaştırılsa da soru bile sormaya korkan gazetecilerin reyting uğruna Volkan’ın geçmişindeki kavgalar gözüne gözüne sokulduğu için midesindesin canavarın!)  

“Bak aslında maçın 90+6 da bitmesi gerekiyordu, Nani frikiği 90+6.20 de attı, hakem FB gol atmadan bitirir mi?”… (90+6’nın içindeki sakatlık anının en az 45 saniye sürdüğünü göstermedikleri, direkt +0.20’yi gösterdikleri için yuttu işte seni o canavar!) 

Sadece sorgula, oku, bilinçli tüket… Beşiktaş’ın 2 haftadır kardan maçı ertelendiğinde, Fenerbahçe 2 maçı kaybetseydi bu ertelemeler Fenerbahçe’nin oyunu der miydin? Bunu 1 dakikalığına sorgula.. 

Sahadaki karları temizlemeyen takımın o “ölüm” dahil ne çektiysek çektiğimiz, bizi ezeli düşman gören Trabzonspor olduğunu düşün! He yok Aziz Yıldırım’ın Nato ile birleşip, Haarp makinası ile kar yağdırmış olması ihtimali sana daha yakın geliyorsa da tek ricam; n’olur evlenip çocuk doğurma… Bu ülkenin son ihtiyacı senden üreyecek çocuk..

Artık birleşme imkanımız, ihtimalimiz yok farkındayım, boşa kulaç atıyorum ama bari vicdanını kullanamıyorsan da beynini kullanmaya başla be halkım. Başka bir platformdaki bir yazımda Ergenekon’a karşı çıkıp 3 Temmuz’a susuyorsan bırak ülkeyi kurtarmayı, sen samimi değilsin demiştim. Bu da o misal. Sahayı temizlemeyen Trabzon’a, temizle diye ısrar etmeyen Beşiktaş’a susup, canavar tarafından yönlendirildiğin Fenerbahçe’ye sallıyorsan samimi değilsin! 

Diğer ezeli rakibin senin tarihteki 2 şampiyonluğunu kanıtlanmış şikelerle kazanmışken, yıllar sonra sadece o rakibin olmadığı! bir kumpasın içinde sen de “şikeci” olarak gözüküyorken, hala o rakibine değil de sadece Fenerbahçe’ye kafayı takmışsan samimi değilsin! 

Velev ki Fenerbahçe kendinden bu kadar nefret edilen bir ortamda bu kadar güçlü at koşturabiliyor! (imkansız da..) bir sahayı temizletemeyecek, maçı erteletemeyecek gücü olmayan yönetimine değil de yine de Fener’e sallamayı seçiyorsan samimi de değilsin haklı da! Otur ve bolca Sadri Alışık izle, Kemal Sunal’ın o büyülü masumiyette gülüşünü iyi oku. Aydemir Akbaş’tan utan… Zeki Müren’i dinle... Arama çubuğuna “Can Bartu ve Metin Oktay forma değişimi” yaz ve oku… Becerebilirsen eğer sevgiyle kal. İyi niyetle kal…