24 Şubat 2016 Çarşamba

#DİRENVİCDAN

Meyveli yoğurtlar mı? İsrail menşeili tohumlar mı becerdi bu kadar genlerimizle oynamayı bilmiyorum. Yeni Dünya düzeni projesinin denek ülkesi olarak sanki biz seçilmişiz ve sistem, nakış nakış değiştiriyor gibi tüm kimliklerimizi… Ulu Önder; çok değil 90 senede bu kadar tecavüzcü, bu kadar gaspçı, bu kadar hırsızlığa yolsuzluğa meyilli, bu kadar adalet duygusundan, vatanseverlik hissinden bihaber insanların olacağı bir topluma evrileceğimizi bilse Kurtuluş Savaşı’nı asla vermez akışına bırakırdı. Ne alaka şimdi bu blogda diyorsan, yanlış geldin sevgili okur. Hep söylüyoruz "Fenerbahçe Türkiye’nin ta kendisidir" diye, işte o yüzden bu bir “Ülke Hali” yazısıdır. Dolayısı ile bu bir Fenerbahçe yazısıdır! Mürekkebin kalbi sarı-laci, kabı, kalemi ve sayfası kırmızı-beyaz…

Kızı potansiyel bir cinayet ve tecavüz kurbanı olan babaların memleketi oldu Ata’nın muasır medeniyet olma ümidi ile kurduğu bu güzel ülke. Oğlu, uyuşturucu baronlarının yaşam üçgeninin potansiyel en alt basamağı. Kendisi bir otoyol kenarında otobüs beklerken nereden geldiği belli olmayan bir yorgun! Kurşunla b*ku  b*kuna kurban gidebilme riskine sahip dönüyor evine artık bu topraklarda. Hep candan örnek verdim, bu toplumun daha çok önemsediği! Canan’dan yazayım biraz da… Arabasını evinin önünde teröristlerce yakılmış bulabilme potansiyeli ile yatağa giriyor, arazisi hatta ailesinin mezarlıkları, bir milletvekili istiyor! diye yol yapılıp hiç edilebilme ihtimali ile nefes alıyor bu yurdun insanları (dedemin köyü Çayeli’ den gerçek bir örnektir) . İşte o babalar, analar, evlatlar o “dev güven” nereden nasıl geliyorsa! Tüm bu potansiyellerin içinde o yılanın kendisine hiç dokunmayacağından dünyalar kadar emin yaşıyor. Daha kötüsü yılanın aslında dokunmadığı kimse olmadığının farkında olmadan yaşıyor. Artvin’de kesilen ağaçların Artvinlilerin sorunu olduğunu düşünüyor… 3.Havalimanı’nın daha uygun bir yere değil, inatla o bölgeye yapılmasını sadece o bölge halkının sorunu sanıyor. Kendini ölümsüz, mucizevi,  dokunulmaz sanıyor. Etrafında yaşanan hiçbir şeyin kendisine bir etkisi olmadığına adı kadar emin. Komşusunun ağacı kesildiğinde avaz avaz susan, beyni uyuşturulmuş Murat Bey;  o ağaçtan kendisinin de faydalandığının farkında değil! O ağacın sadece komşusu Hikmet Bey’e oksijen sağladığına inandırılmış… Günün sonunda kendinin de bu işten zarar ettiğini anlayabilmesi için ancak madden, somut bir gaspa uğraması gerekecek kadar uyuşturulmuş, bencilleştirilmiş!  Artvin Cerrahtepe halkı Artvin için değil İstanbul için mücadele veriyor. Muş için mücadele veriyor… İnanmayacaksınız ama Sırbistan için, Helsinki için direniyor. Kadın dernekleri İstiklal’de ellerinde pankartla yürürken, oradan geçen Veysel bey, o kadınların kendi karısı ve kızının potansiyel cehennemi için de yürüdüğünün farkında değil, üstelik tüm nefreti ile “anarşist o*ospular diyebilecek kadar bihaber! (Özgecan Aslan’ın yıldönümünde Beyoğlu’nda yaşanmış gerçek örnektir). İsyan etmek ve birleşmeyi istemek için ancak kendisine, ailesine bir zarar gelmesi, cüzdanından eksilmesi, elinden alınması özetle ateşin kendi ocağına düşmesi gerekiyor.


Serdar Akar’ın “Hayat fena halde futbola benzer” sözü hayat adına yaratılmış en özlü sözlerdendir. Cidden fena halde benzerler... Çatladıkapı Spor ile Sulukule Spor maçında, Sulukule maçı hakem koruması ile kazandığında sadece Çatladıkapı Spor’un hakkının yendiğini düşünen diğer 15 takımdır halk… Saha çizgileri kader çizgilerindir, kalen namusun, stadın evin… Takımın ailen, taraftarın eşin dostun. Hani iyi günde hep yanında, kötü günde daha bi uzağında olanından. (tabi istisnalar hariç, övünmek gibi olmasın! baş harfi FENERBAHÇE) Rakip taraftarlar komşuların. Rakibin, seni hayat yarışına bağlayan ne varsa, yapmak, başarmak istediğin ne varsa o dur ve hayat hiçbir zaman adil değildir be okur… O büyüdüğüm harika filmlerdeki gibi birleşip mahalleyi ateşe veren “canavar“ müteahhiti alt etmek yerine tüm mahallenin “bu ateş üfleyerek sönmez” diyenlerin yanında durduğu sonucunda yeşilin ya banknota ya betona döndüğü, o kerpiç evin yıkıldığı müteahhitin kazanıp, masumiyetin kaybettiği süper bir lig. Süper bir hayat…  

Futbol uğruna kurşun yemiş komşusuna elini uzatmayanların, çıt bile çıkarmayanların; bir penaltı, birkaç kırmızı kartla “bu hayat çok boka sardı” dediği, tüm geçmişi çirkefliklerle dolu serserilerinden birinin nasıl olduysa kendi iplerini tutan kuklacıya kırmızı kart gösterdiği için, o serserinin heykelini dikmek isteyen fakat faili meçhul kurşunlarla şakağıdan vurulan ama Allah’ın çocuğuna bağışladığı gariban otobüs şoförünün yüzünü, adını, sanını çoktan unutmuş olan bir mahalle. Yapayalnız ve bencil bir tirat… Bir dram…

Kapanışı bizim büyük ailemizin, eşin dostun çok iyi bildiği bir sözle ve bu sözün en kısa sürede ete kemiğe bürünmesi dileği ile yapıyorum canım okur;
“Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” 

#DirenArtvin  #DirenHayat  #DirenÜlkem #DirenFutbol #DirenFenerbahçem  #DirenVicdan

17 Şubat 2016 Çarşamba

KİMLİK KARTI

Tanıştığım ilk Avrupa maçımız, aynı zamanda izlediğim en özel birkaç maçtan biri olan; Kemalettin’in, yıllar sonra Selçuk Şahin’e devredeceği “tuhaf şut golü” genetiği ile 1-0 kazandırdığı, Maccabi Tel Aviv maçının, mabetteki rövanşıydı. Hem hayatımda heyecanını yaşadığım ilk Avrupa maçımdır hem solumda kalanlar sıralamamda; Rapaiç’in ardından gelen Okocha’nın resital golüyle kırmızı kramponlarına iyiden iyiye aşık olmaya başlayışımdır hem de babam ve arkadaşının demlendiği, arada bir göz ucuyla süzdüğüm o kallavi sofradan, babamın anneme çaktırmadan çağırıp “al bakim kerhaneci” diye içirdiği ilk rakıdır o maç… Kalecinin sağına giden top, yutağımdan akan zehr-i şerbet… Solumdan saldıran son 15 dakikadaki taşikardiler… Her tadı hala damağımdadır. Kafam hala leyla, kalbim hala aşık, hala ritimsiz…

Girizgahı uzatmayayım, işte ilkokulda kırmızı krampon giymenin “orta hallilik götergesi” olduğu, doğrusu orta hallilik kavramının olduğu o güzel günlerden, ya fakirsin ya zengin günlerine, mertliğin çoktan bozulduğu, kramponun pembesinin bile çıktığı, rakının çocuklara gizlice tattırıldığı değil, statlarda çocukların başına atılıp hastanelik edildiği bu günlere kadar nice Avrupa maçı oynadık. Sanıyorum ortak kanımızdır ki en iyi oynadığımız Zico’lu çeyrek final dönemi dahil, Fenerbahçe’min genlerinin her zerresini yansıtabildiği böylesine bir Avrupa maçı hatırlamıyorum. İbrahimoviç’li İnter’i sahasına kapadığımız maç, bu konuda benim en yüksek çıtam iken, dün akşam süper ligde bile (hatta Galatasaray maçlarında bile) hiç oynamadığımız kadar dominant, ne yaptığını bilen ve herkesin hayalini kurduğu, sağdan-soldan, ortadan, şuttan, duran toptan, tabiri caizse “tekme tokat” döven, aynı zamanda tek bir pozisyon dahi vermeyen üst düzey bir takım izledik. Eleştirebilecek noktaları söylemeye utanıp dillendirtmez bazı maçlar. İşte öyle bir maçtı. “Şunlar da olmasaydı” dersem küfür yiyebileceğim hayal gibi bir maç. O yüzden o meramımı  başka bir yazıya saklıyorum…
Maç sonu, bugüne kadar tüm hocalar arasında duyduğum en “vay be” dedirten söylemde bulundu hoca: “Tıpkı insanlar gibi takımların da kimlik kartı var ve Fenerbahçe’nin kartında ‘oyunu domine eder, rakip yarı alanda oynar, ani atakları durdurur’ yazmalı” dedi… Gerçekçi olmasa da manasını anlayabildiğim “Rakip Real Madrid bile olsa” eklemesi dahil, her harfine imzamı atarım! Ersun Yanal stratejik, net ve motive edici söylem konusunda çok iyiydi fakat Pereira bu konuda bir üst seviyede ve sadece takımı değil camianın dinamiklerini de çok güçlü harekete geçiriyor. Kafasındaki sistem, çok daha azını yapabilse de Aykut Hoca ile deneyimlediğimiz gibi bu kupada iş gören bir sistem. Eğer her maça yayabilir, Avrupa-Süper Lig ayrımı olmaksızın aynı motivasyonu sağlayabilirse, 2 kulvarda da kupa hayali yanı başımızda olmasa da sanıldığı kadar uzakta değil. Hatta hakem ve canavar düzen faktörünü göz önüne alınca bu disiplinle devam halinde Avrupa’da kupa, Türkiye’dekinden daha kolay bile olabilir! Büyük resme baktığımda ise bambaşka bir hayal, heves kımıldıyor midemde. Uzun yıllar sürecek bir sabır denemesi. Bu disiplin ve sistemin kulübün temel harcı haline gelmesi ve “sistem takımı” olmak... Avrupa’da bir dönem PSV, bir dönem Porto ve en uç örnekle Arsenal istikrarı yakalayabilmek… Bu imkansız değil sadece zaman alacak zor bir seçim. Bu seçim yöneticilerden ziyade bizim seçimimiz… İşte o yüzden “Şunlar olmasaydı” diyebileceğim diğer bir yazıda görüşmek üzere. En kötü günümüz de futbolumuzda böyle olsun, Bursa maçı 3 olsun bizim olsun canım renktaş…
       


4 Şubat 2016 Perşembe

FENERBAHÇE vs CANAVAR

Bu ülkenin kronik yarasıdır. Dayatılanın kölesi olmak ve birilerinin istediği, başka birine dönüşmek... Arama motoruna “Halkın Takımı Fenerbahçe” yaz, arat sevgili okur. Bu halkın, bu kronik hastalığa henüz direnebildiği günlerde yani mazide tüm sömürülere rağmen ülkenin vicdanlarını ayakta tutan, yüzlerinde tebessüm yaratan, ''iyi insan olmanın'' kazandırdığını öğreti olarak sunan, sanat namına üretilen son şaheserlerin tüm büyük üstatları; "İlle de Fenerbahçe" demiştir. Bu ülkenin, ay sonunu zor getiren Erzincanlı öğretmeni de, Artvinli kasabı da, orta halli bakkalı da kendinden bir şeyler bulduğu içindir ki; bileğini kessen sarı kırmızı akacak fanatik Aydemir Akbaş’a bile Fenerbahçe forması giydirmiştir o güzel ustalar… 

Babamın, benim şu anki yaşımda olduğu o tarihlerden bahsetmem abesle iştigal olsa da sana yemin edebilirim ki sevgili okur gözlerimle gördüğüm 90’lı yılların sonlarına kadar da bu durum böyleydi. O dönemde de benim Erzurumlu lostracı vatandaşım hala en çok Fenerbahçe'yi benzetiyordu kendine... Sonra, batıdan "paraya dönüşebilir kötü ne varsa alma" nın ustası; siyasetinden, mafyasına, medyasından, iş adamına o lanet güruh, 90’ların sonunda topluca çiftleşti ve iğrenç bir yaratık doğurdu… Adını batıdaki baronlar çoktan koymuştu: “Futbol endüstrisi”... 

Bu günah tohumunun camiası, futbol dünyasını kirletebilecek her bir parıltıyı görüp keşfedip belirledi. Eğitti, büyüttü. Pastadan dilim verdi. Bu trollere roller yazdı! Yarışmalar da sundular, canlı yayında diplomasız basur uzmanı da oldular. Canavarın tek gıdası nefretti ve bu ülkenin; rüzgar esse bölünmeye, kutuplaşmaya hazır güzel insanları, nefret konusunda çok kolay manipüle edilebilen ve buna dünden hazır psikolojisiyle; can almaktan çekinmeyen, hepimizi çiğnemeden yutabilecek bir canavarı el birliği ile devleştirmeye başlamıştı… 

O güzel mazide; Fenerbahçe şehrine geleceği için uyku uyumayan çocuklar, muhtemel dükkan bereketi için bayram eden esnaf ağabeyler şimdi kazancını, ekmeğini bile görmez hale getirildi. Hababam Sınıfı’nın yufka yürekli haylaz çocukları yıllar önce o meşhur replikleriyle “ne çektiysek bu Trabzon’dan çektik” deyip onore ettikleri şehirde, gün gelip de çok sevdikleri Fenerbahçelerinin otobüsüne kurşun sıkılacağını kabuslarında bile göremezlerdi! O güzel günlerden beridir adı konmamış bir gelenekçesine  devlet büyüklerinin, asker büyüklerinin de çoğunlukla takımı olan Fenerbahçe’nin kurşunlanışının şimdi aynı mercilerce umursanmayacağını, “taşlanma” , “yorgun kurşun” gibi mazeretlerle örtbas edileceğini ve suçluların 300 günden fazladır bulunamayacağını da bilseler, değil futbol, memleketin elden gideceğini bilseler Hababam Sınıfı’nı bile lağvederlerdi herhalde... 

Cemil Turan’ı televizyonda bile görebilmek için can atan bir halktan; rüyasında göremeyeceği Ortega'ya taç atacakken tribünden silah doğrultan bir halka dönüşebilmek... (2003 Diyarbakır stadyumu.) Hem basketbol milli takımında, hem futbol milli takımında eş zamanlı oynayıp ikisinin de yıldızı olabilmiş gerçek bir milli kahraman Sinyor Can Bartu’yu renk ayırmaksızın bağırlara basmaktan; bir MİLLİ maçta Volkan’ın 5 aylık bebeğine sövebilmeye dönüşmek…(2014 TT Arena.) Bunun "ama Volkan Demirel de şöyle yapıyor, böyle yapıyor" ile başlayabilecek bir açıklaması yok! Bir teröristin bile 5 aylık kızına sövemez-Dİ benim vatandaşım. Halkım... (–Di li geçmiş zaman…) 

İşte o canavar bunu bile başardı. Ülkenin en pozitif reytingini (Fenerbahçe) Pazar pastasını büyütebilmek için negatif bir uç yaratarak, nefret odağına oturtarak tek ve en büyük reyting haline getirdi! Bu bir “Fenerbahçe tek, siz hepiniz” yazısı değildir canım okur. Fenerbahçe diğer 200 takımdır zaten.. Fenerbahçe hepsinin karışımıdır. Bu ülkedir Fenerbahçe. Lostracı Kazım ustadır. Diyarbakırlı manav Recep’tir. İzmirli çiçekçi Rezzan abladır… Bu ülkenin genetiğidir, tüm karakteristiğidir. Ayrı düşünülemez, düşünmez! Bölmez, birleştirir! 

Bu yazı; daha fazla kazanabilmek uğruna, her gün biraz daha acımasızlaşan reyting canavarının her gün biraz daha şişen göbeğine lanet okuyan bir manifestodur! Doğrudur, artık birbirimizden haz etmiyoruz ey halkım.  Laiki, muhafazakarı, sünnisi, alevisi diye bölündüğümüz gibi her bölünenimiz de kendi içlerinde Fenerbahçelisi, bilmemnelisi diye bölünüyoruz. Ama unutuyoruz! Ne sen benden ne ben senden farksızım. Sen bana ne kadar b*k atıyorsan o kadar b*ksun.. Ne kadar dua ediyorsan emin ol o kadar duamı alıyorsun. Sen bensin ey gerzek! Bir düzen, tüm temelimizi dinamitlerle patlatmış ve sadece tek bir kolon üzerinde 18 takımla debelenip yıkılmamaya uğraşıyoruz; anla artık. 

Canavar, kulaklarına TV ve Sosyal yalnızlık platformlarında yetiştirdiği şeytanilerle vesvese verdikçe biraz daha düşman olmaya devam ediyorsun.  “Bak bu penaltı değil ama işte Fenerbahçe hep böyle kazanıyor zaten” diyor, yiyorsun… (Fenerbahçe’nin son 15 yılda penaltı sayısında Gaziantepspor’un bile gerisinde 5.sırada olduğu İTÜ araştırmasını göstermedikleri için, 2 yılda bir istisnasız 30’ar maç penaltısızlık serisi yakaladığında değil de 31. Maç muammalı! penaltı kullandığında haber yapıldığı için midesindesin canavarın)... 

 “Bak bu Volkan da ama resmen kaşınıyor”... (Ülkenin imparator dediği insan ailesi hariç herkesle kavga ettiği halde imparatorlaştırılsa da soru bile sormaya korkan gazetecilerin reyting uğruna Volkan’ın geçmişindeki kavgalar gözüne gözüne sokulduğu için midesindesin canavarın!)  

“Bak aslında maçın 90+6 da bitmesi gerekiyordu, Nani frikiği 90+6.20 de attı, hakem FB gol atmadan bitirir mi?”… (90+6’nın içindeki sakatlık anının en az 45 saniye sürdüğünü göstermedikleri, direkt +0.20’yi gösterdikleri için yuttu işte seni o canavar!) 

Sadece sorgula, oku, bilinçli tüket… Beşiktaş’ın 2 haftadır kardan maçı ertelendiğinde, Fenerbahçe 2 maçı kaybetseydi bu ertelemeler Fenerbahçe’nin oyunu der miydin? Bunu 1 dakikalığına sorgula.. 

Sahadaki karları temizlemeyen takımın o “ölüm” dahil ne çektiysek çektiğimiz, bizi ezeli düşman gören Trabzonspor olduğunu düşün! He yok Aziz Yıldırım’ın Nato ile birleşip, Haarp makinası ile kar yağdırmış olması ihtimali sana daha yakın geliyorsa da tek ricam; n’olur evlenip çocuk doğurma… Bu ülkenin son ihtiyacı senden üreyecek çocuk..

Artık birleşme imkanımız, ihtimalimiz yok farkındayım, boşa kulaç atıyorum ama bari vicdanını kullanamıyorsan da beynini kullanmaya başla be halkım. Başka bir platformdaki bir yazımda Ergenekon’a karşı çıkıp 3 Temmuz’a susuyorsan bırak ülkeyi kurtarmayı, sen samimi değilsin demiştim. Bu da o misal. Sahayı temizlemeyen Trabzon’a, temizle diye ısrar etmeyen Beşiktaş’a susup, canavar tarafından yönlendirildiğin Fenerbahçe’ye sallıyorsan samimi değilsin! 

Diğer ezeli rakibin senin tarihteki 2 şampiyonluğunu kanıtlanmış şikelerle kazanmışken, yıllar sonra sadece o rakibin olmadığı! bir kumpasın içinde sen de “şikeci” olarak gözüküyorken, hala o rakibine değil de sadece Fenerbahçe’ye kafayı takmışsan samimi değilsin! 

Velev ki Fenerbahçe kendinden bu kadar nefret edilen bir ortamda bu kadar güçlü at koşturabiliyor! (imkansız da..) bir sahayı temizletemeyecek, maçı erteletemeyecek gücü olmayan yönetimine değil de yine de Fener’e sallamayı seçiyorsan samimi de değilsin haklı da! Otur ve bolca Sadri Alışık izle, Kemal Sunal’ın o büyülü masumiyette gülüşünü iyi oku. Aydemir Akbaş’tan utan… Zeki Müren’i dinle... Arama çubuğuna “Can Bartu ve Metin Oktay forma değişimi” yaz ve oku… Becerebilirsen eğer sevgiyle kal. İyi niyetle kal…