28 Eylül 2015 Pazartesi

UMUT

Son yazımda Beşiktaş maçının dönüm noktası olacağına inandığımı söylemiştim. Seri yakalayacak ve gereken “ışık” sahnelenecek demiştim. Seri yakalanamadı (buna izin verilmedi!) fakat takım Bursa maçında o beklediğim “ışık”  huzmelerini Kadıköy’e dökmeye başlamıştı, Beşiktaş maçında ise artık gözle görülür biçimde ışık yandı. Gel gör ki parlayan ışık, 5 aciz insanın gözlerini öyle aldı ki önlerini göremeden 90 dakikayı tamamladılar ve maçı katlettiler. Fakat yine de mutluyum çünkü;
1-İyi oynamamıza rağmen namağlup olmamız “kötüyken de kazanmak” alışkanlığına döneyazdı. Bu zincir artık kırıldı ve bu futbolcuların biraz daha ciddileşmesini sağlayacak.
2-Lige verilen halis mulis “ayar” ın, maç sonu rakip futbolcunun ezikler kentinin sözcüsü edasıyla “biraz da biz hakemle kazanalım” diyerek itiraf edebileceği kadar gözlere sokulması, alın terlerinin çalınması, Markoviç’ in sakatlanması ve 2 gün sonra başkanın gerçekleştireceği muhtemelen infial yaratacak basın toplantısı gibi faktörler, fitili yakıp başta hoca olmak üzere takımı ateşleyecek, kenetleyecek ve beklenen süreci başlatacak
3-Bu durum RVP & Hoca kıvılcımının gömülmesine hatta pozitife dönmesine sebep olur. Ünlü yıldıza mağdur durumdaki camianın saha içi gizli kaptanı olmak, kazandırmak bu olaydan sonra çok daha etkili hissettirecek. Bu da hakkaniyetine ve kişisel kaprisleri olmadığına cidden inandığım hocanın RVP’yi sahiplenmesine yol açacaktır. Geleceği göremem ama taraftar tecrübem ve hislerim böyle diyor. Göreceğiz, RVP sorumluluk üstlenip yeni Van Hooijdonk’umuz olacak. (yanılırsam sene, seneler gider, yanılmazsam takım sınıf atlar)
4-En önemli mutluluk sebebi de bu sezon ilk defa ne yaptığını bilen bir takım gibi gözüktük, üstelik 10-15 dakika değil neredeyse maçın tamamında.


Dün akşam yazmaya niyetlendiğimde, öfkemden ötürü futbol konuşabilmem imkansızdı. Fakat maçı izleyip Kadıköy’den dönüş yolunda, Beşiktaş’ta “şampiyon taraftar” gibi kornalar çalan ve bayraklar sallayan arabaları, insanları görünce öfkem sıfırlandı, mutluluğa dönüştü. Bunu en son 6-7 yapabileceğimiz maçta Aykut hocanın armağan sayılacak değişiklikleri sayesinde Kadıköy’de 2-2 berabere kalıp Florya’da tüm takımla kutlama yapan 6s taraftarını gördüğümde yine yaşamıştım. İlk değil, alışıla gelmiş bi durum yani; “Dününden bile daha büyük yarını olsun isteyenlerin”,  “Günü kutlayan küçük dünyalıların” sevmeden sevişenlerin, erken boşaldıkları kişiliksiz orgazm çığlıklarını görüşü... O yüzden çok sakinledim ve rahatça yazıyorum. Derbide harikalar yaratmadık evet ama iç dinamiklerimiz harekete geçti. En azından sistem denemeleri son buldu. Mevcut kadronun en verimli olabileceği organizasyon kendini kabul ettirdi. (Tam bu noktada birkaç gün sonra yazacağım yazıma pas atıyorum. “Sistem, futbolcu tercihleri ve bence kadroda yapılması gerekenler” odaklı bir yazı olacak… )

Sözün özüyle kesinlikle hak ettiğimiz seriyi yakalamamıza izin verilmedi evet. Şampiyonluk yarışı için çok ciddi bir averajla ikinci yarıya doğru koşacak bir Fenerbahçe istenmedi ki, fizik durumu şuan bu kadar kötü iken bunu yapabilen! 1 ay sonra ve ikinci devrede bu zaafın kalmayacağını bildikleri, rakiplerinin yedek kulübesi bile yokken,3 takım çıkarabilecek (örneğin dün yedekten giren Volkan Şen diğer takımların 1 numaralı yıldızı olur..) bir Fenerbahçe’nin yavaşlatılmaması ve lige ayar verilmemesi bizim için şaşırtıcı olurdu. Biz 3 Temmuz gören bir dünyanın paydaşlarıyız. Her camiadan farklı, duygularını da, aşkını da, korkusunu da, umudunu da uçlarda yaşayanlarız. Korkular “algı” kalemleri ile hakim kılınmaya çalışılsa da, bazılarımız Fernandao & RVP & Hoca üçgenine bu tiyatrodan daha çok küfretmeye başlayıp bu silahşörlerin oyununa yine-yeni-yeniden gelse de benim gibi umudu daha hakim olanların topluluğu, biliyorum ki daha büyük ve yine kazanacak… Şimdi bu tiyatronun yazarlarına rağmen yeni bir dönüm noktası var ki o çok daha zevkli olacaktır… Yine “Bir seri” yakalayacağımıza ve 6alatasaray maçından sonra zehr-i ülke futbolunun ne kadar halis mulis uzantısı varsa hepsini yenecek bir takım olacağımıza, taraftar olarak bizim de artık silkinip kendimize geleceğimize inanıyorum. Ama yine önceki yazdımda yazdığım gibi her şey öncelikle bizde başlayıp biz de bitiyor. Bizden daha bilinçlisi de, bilincini çabuk kaybedeni de yok. Ya ittireceğiz, ya kendimizden iteceğiz ki ikinci ihtimalde ipleri tutanlar yine kazanacak. Üstelik bir ayağımız Avrupa’da iken. O yüzden sadece kenetlen ve inan! PAYDAŞ… 

18 Eylül 2015 Cuma

BİRLİK

Tarihimizin en iyi kadrolarından birini belki de en iyisini kurduk. Üstelik alışılagelmişin dışında transferlerin %70’i kamp dönemine yetişti. En büyük transferimiz dediğimiz “kurumsallaşma”,
başkanın kabuğuna çekilmesi ve Terraneo’nun tüm yetkiyi eline alması ile bu denememizde hemen hemen gerçekleşti. Kombine rekoru, forma satışları ve Asrın projesi Yandex anlaşması… Olabilecek her şey bugüne kadar hiçbir sezon öncesi olmadığı kadar “kusursuz” başladı. Durum tribün ayağında da böyle İDİ. Sadece benim yaşadığım bir şey mi bilmiyorum ama çocukluğumdan beri her “şampiyonluk yılını” kamp döneminde hissetmişimdir. Şampiyonluk kendisini hissettirir. (Bilimsel hiçbir açıklaması olmayan bu durumu sanırım sadece “taraftar” olan anlar) İşte bu yıl da sahiden “hissettiğimiz” yıllardan biri. Hocanın tavırları, yenilenen ekibin enerjisi ve yukarıda yazdığım tüm olumlular… Hala da ümitsiz değilim ve hislerim devam ediyor fakat gel gelelim ki 15’den fazla resmi maç oynayan ve neredeyse tamamen aynı dili konuşan bu kadronun hala hislerime rağmen o ışığı verememesine oturtabildiğim her hangi bir açıklamam kalmadı. Hissettiğim tüm senelerde, berbat başlangıçlarda bile herhangi bir maçın 7 dakikası oynanan oyun o ışığı n’apar eder gösterirken, bu yıl o 7 dakika hiç olmadı. (İtiraz edenleriniz olacaktır fakat buna Molde maçının ilk 15 dakikası da dahil) Bu müthiş kadro kendisine tanınan zamanı, maalesef başkanın CNN Türk programındaki “1 ay” söyleminin de etkisi ile git gide daralttı. Takım; 4-4-2, sakatlıklar, yanlış tercihlerin ve kondisyonsuzluğun ötesinde bir ölü toprağı etkisinde ve gerçekten “şu olmalı” dediğim bir şey kalmadı. Yine de hocaya inanıyorum, takıma güveniyorum ve ışık en geç Beşiktaş maçında gözümüzün içine içine girecek diye bekliyorum...Sadece güvenip, inanıp seri yakalamayı beklemeliyiz. İşte tam da burada işin tribün ayağına gelirsek, 3 Temmuz birikimini başarı çığlıkları ile deşarj olarak dışa vurması gereken ve bunu yer yüzünde en çok hak eden bu tribünler, başarısızlık ihtimalini düşündüğü anda bile homurdanma yolunu seçiyor. Bu kafayı anlayabilsem de kızıyorum. Aziz Yıldırım’ın fevri davranıp Ersun Hoca’yı, Alex’i 1 çırpıda harcaması ne ise Ozan Tufan’a ilk 11 de çıktığı ilk Kadıköy maçında, Mehmet Topal çıkana kadar maçın en iyisi olmasına rağmen homurdanmak da bence aynısı. Camia olarak o kadar eş negatif duygulara sahibiz ki. Bunu gerçekten boşaltmak, rahatlamak zorundayız ve tek yolu BAŞARI..Anlayabilme sebebim bu ancak ortada hala sahibini bulamamış 9 adet forma var. (aslında 8 yazacaktım fakat dün Volkan’ın yedek oturması fikrimi değiştirdi.Garanti gördüğüm 2 forma sizin de düşündüğünüz gibi Nani ve RVP)  Bu durum, geriye kalan birçoğu yedek olacak 20 küsür insana “hata ” fobisi yüklüyor. Ve biz, hissettiğimizi futbolcuya da hissettirmedikçe başarı gelmeyecek, gelmiyor. Geçen yılın son haftaları bu durum 4.yıldıza mal oldu. Bundan ders almış olmalıydık. Şimdi geç kalmadan kendimize gelmeli ve “Hissettiğimiz” her yıl gibi bütün olmalıyız. Zor, biliyorum ama alışkınız ve başarabiliriz: ŞU İLLET BİRİKİMİMİZİ BİRAZ DAHA BASTIRALIM. Öfke boşalmalarımızı mayıs'ta Bağdat Caddesinde atacağımız çığlıklara saklayalım. Hatayı bile alkışlayalım! Ersun hoca dönemindeki Alper ile şu Alper arasındaki farkı düşünmeniz bile referans sonuç olacaktır… Avrupa’da n’olur bilemem ama biz gerekeni yaparsak, bu takım Türkiye’de bu yıl şampiyon olacak.
Hak ettiğini hep alman, sakin ve mutlu olman dileğiyle 12 Numara…