19 Kasım 2018 Pazartesi

DÜSTUR





Belhanda’nın başlattığı, alakaya maydonoz Süheyl Batum’un bile dahil olduğu ve nedense bitmesi bir türlü istemeyen sürecin başlarında elim defalarca klavyeye gitti, yazmadım. Bekledim. Başkanın ilk büyük sınavı işte şimdi başladı, bugüne kadarki tüm eksiklikler, fazlalardan bağımsız ilk girdiği harp başlamıştı demiştim, (bu sefer hak edene) elini kemerine atıp, gömleğini içeri yerleştirip ‘’Eveet, istediğimiz noktaya geldik.’’ Diyeceği günü bekledim... 

Resmi sitedeki videolu cevaplar geldi. Çok da yerinde ve zamanında geldi.

Sonra Ali Koç’u görse selfie çekilme sırasına girecek ultrasucukçular 2.kez tükürük saçtı; yalı çocuğu dedi, çirkin bir subliminal anlamı olan KOÇ imasında bulundu. Heh şimdidir dedim. Sustuk...

Fenerbahçe tarafı cezalar kesinleşince konuşacak, stratejik olarak bekliyor, dendi. Rakip her saniye saçmalarken mantıklı da geldi aslında. Eee o da açıklandı üstelik en büyük ceza linç edilen iki futbolcumuza geldi. Linç edenlerin bazıları sevk bile edilmedi. Yine sustuk???

Hal böyle olunca kebapsever kabadayı bile kendince gider yaptı. Cık, ses gelmedi...  Hala bu büyüklükteki camianın başına nasıl geçtiğini anlamlandıramadığım, en başkan gibi olmayan başkanları mobese görse konuştu (hala da devam ediyor.) Başkan vekillerini muhatap almıyorum dedi hatta hayvanla hayvan olmayız diyecek kadar da düştü. E artık burada o gömlek o pantolonun içine sokulur diye beklerken resmi siteden ülkece alışık olduğumuz ve en işe yaramayan cümle geldi: ''Esefle kınıyoruz...'' Bunun bir sonrasının ''Bıçak kemiğe dayandı, kimse Fenerbahçe’nin sabrını sınamasın!'' olmamasını dilerim.

Sonra Alanyaspor maçı ardından başkan vekili Semih Özsoy, sessizliğimiz yanlış anlaşıldı sanırım, suçlu olan çok konuşur. Artık bizim savunma sıramız geldi, arkadaşlar çok iyi bir savunma verecekler, dedi. (İtiraz makamına) Peki ya biz? Kim bizim sesimiz olacaktı? Fenomen reyisler falan mı? Onlar da Ersun hoca imza kampanyasıydı, Sen bizim Koeman gururumuzsun falandı derken salça yapmakla meşguldü...

Neyse ardından geçtiğimiz günlerde bir panelde başkana bu tepkisizlik soruldu, konuyu yine o kızdığım ''saygı'' tuhaflığına bağladı ve Semih Özsoy’un sözünü tekrarladı. Suçu olan çok konuşur, çok konuşan da muhakkak hata yapar... Bu cümlenin etkisizliğini geçtim, resmen düşman sevindiren açıklama peşinden geldi: Olaya karışan futbolculara hak ettikleri cezaları vereceğiz... Ver, tabii ki ver. Tokatçıyı, dil çıkaranı, köpek taklidi yapanı değil topçuyu severiz biz, biz Fenerbahçe'yiz de yahu şu zorbaya bir iki çift laf et, sonra hukuk çerçevesi dışına çıkarak zorbayı tokatlayan futbolcunu cümle aleme ibret ettirmeden kendi içinde yargılarsın...

Özetle benim anladığım ve çok üzüldüğüm şudur ki; evine misafirliğe gelene saldıran ama pişkince üste çıkmaya çalışan, ayan beyan suçlu okyanus ötesi pardon! Suyun ötesi cephesi, defalarca konuşarak hakaretler saçsa dahi hiçbiri kulübümüzün efsane başkanı Aziz Yıldırım kadar kızdıramadı, o gömleği pantolona #yeniden sokturamadı, o kemeri şöyle bi karizmatikçe sıktırmadı Ali Koç başkana... Oysa asla kavgacı değiliz ama biz taraftarlar istediğimiz noktaya çoktan gelmiştik...



***

Suçlu gibi her kameraya konuşmak, makamları etki altına almak, tabiri caizse çirkefleşmek zaten genlerimizde yok. İletişim stratejisi anlamında daha sessiz kalmayı, bilinçli olarak cool takınmayı pek tabii kabul edebilirim ancak bu pek öyle değil. Bu baya baya suskunluk. Cool takılarak iletişimi lehine çevirmek için en az 3-4 kez tek cümle ile rakibi nakavt etmen, her gün çirkefleşerek küçülen, psikozunu kabullenmiş rakibi tebessümünle delirtmen, algıyı yönetmen, yönlendirmen gerekiyor. Basit anlatımla halk arasında ‘’Helal olsun çizgiyi hiç bozmadılar, cevabı da fena yapıştırdılar, haklılar valla’’ dedirtmen gerekiyor. Tepkisizlik bu tip süreçlerde bir eylem değildir ve sevgi her koşulda eylem gerektirir. 

***


En büyük sorunumuz olan iletişim konusunda yeni yönetimden çok emin ve umutluyken şu ana kadar hayal kırıklığından hallice olmayı görmek üzüyor... Oysa dünya üzerinde mitingler, şehir ziyaretleri, ana haber bültenlerinde canlı yayına çıkmak gibi bir seçim yarışının yaşandığı tek spor kulübünün taraftarı olarak Ali Koç’u o süreçte keyifle izlemiştim. Sevindiğimiz anlaşmalar yani ana ajans, dijital ajans, event ve PR ajansları ile eş zamanlı olarak çalışmak zaten zaruri. Pazarlama bölümünün başında; bizzat bölge genel müdürü olduğu markalarla çalışma şansı yakaladığım için hayranlıkla tanıdığım, ülkede bu konuda en başarılı bir kaç isimden biri olan bi yönetici varken, proaktif çalışma şeklimizin gelişeceğine zaten eminim. (Anadolu’da çok ünlü bir tost büfesinin dahi ulusal çapta bir ajansla çalıştığı dünyada bunu konuşmamız dahi abes.) Ancak reaktif süreçlerde kişisel iletişim ve kulüp dili konusunda siyasi partilerin ve temsilcilerinin iletişim şekli baz alınmalı ve profesyonel destek alınmadan tek adım atılmamalı. Örneğin: Başkan, daha önce kulüpler ötesinde bizzat kişisel olarak kendisine saldıran Bursaspor'a sustuğu gibi hayvanla hayvan olmayız denecek kadar düşen bu seviyesizlere de susarak üçüncü, dördüncü saldırının da yolunu açmamalı. Vereceği özel çalışılmış cevaplarla psikolojik üstünlüğü ele geçirmeli, gündemi yöneten, belirleyen kendisi olmalı. Bu olaylarda sustuğu için yenilerinin dozajı artarak yaşanacağına eminim.

***


Bugüne kadar aleyhimizde söylenen çok berbat cümleler duydum. En vahimi de ‘’Gerekirse gerçek mermi kullanabilirsiniz’’ idi. İşte bu kitle o sözü duyduğu halde köprüyü geçmek için durmadığı, üzerine saldıran hangi cemaat, cemiyet, mektep olursa olsun hiçbir zaman durmayı düstur edinmediği, daha büyük hızla çarpışmaya koştuğu içindir ki hiçbiri gibi değil, hiç kimse gibi değil... Başkanımız da umuyorum li bundan sonraki süreçlerde hiç kimse gibi olmadığını tüm hiçlere gösterir ve Fenerbahçe Kulübü başkanlık makamını ağızlarına almadan önce gargara yapması gereken vasatlar; saçmalıklarının tekrarlarına cüret edemez ve biz 250 milyon! :) Fenerbahçe taraftarı da hislerimizi sinir reflüleri ile içimizde yaşamayız...

Nezaket insani davranışların en kârlısıdır, diyen Cenab Şahabettin'in ''Ancak başkalarını nezakete davet etmek için bazen kaba görünmek gereklidir'' tamamlaması yazının mini özeti aslında. Zamanında başkan vekili iken hak edene gereken kabalıkla hakkını teslim ettiği için rekor şekilde 2 yıl hak mahrumiyeti yemiş başkanımıza bu konuda güvenim hala yaşıyor.




***

HeForShe GURURU


http://kadincinayetleri.org/ Bu siteye girin ve solda görünen Arama Sonuçları yazısının altındaki isimleri, yaşlarını, fail isimlerini ve bahaneleri yüreğinizin kaldırdığı kadarını okuyun. Ben 3 isimden sonra okuyamadım. Yutkunamadım.

Ardından https://www.dogrulukpayi.com/bulten/2018-de-kadin-istatistikleri bu sitedeki istatistikleri okuyun. Mesela istihdam oranı erkeklerde 65,8 iken kadınlarda 29,3. AB ülkelerine kıyasla yükseköğretim mezunu kadın istihdamında Türkiye son sırada... Ya da son bitirilen eğitim seviyesine bakın tüm eğitim kademelerinde kadın geride... Önde olduğu veriler var mesela sigortasız, kayıt dışı, yevmiyeli çalışma oranı. Mesela okur yazar olmayan nüfus... Çocuk gelinler, çocuk anneler, doğum izni ve ücretlendirme adaletsizliği, güvensiz hissetme vb. bir çok üzücü istatistik. Cinsiyet eşitliği açısından Türkiye 144 ülke arasında 131. sırada yer alıyor. Yani dipte...

Ülkenin daima güzelliğe ışık tutan bahçedeki Feneri, uluslararası bir ilke imza attı ve BM Cinsiyet Eşitliği ve Kadının güçlendirilmesi Birimi HeForShe ile forma reklamı/ sosyal sorumluluk anlaşmasına vardı. Duruma bir iletişimci gözüyle bakarak söyleyeyim: Bir dünya yıldızı alsaydık en az bu kadar PR'ı olurdu. Harika iş! Bir de annesine tutkun, karısına aşık bir kız babası olarak sosyal yönüyle söyleyeyim: İyi ki Fenerbahçeliyim!

Bu anlaşmaya özel olarak Alanyaspor maçında Magneta renkli forma numarası ile çıkmamız beni hem duygulandırdı hem de gurura boğdu. Kim düşündüyse milyarlarca teşekkür ederim. Ancak bu farkındalığın doğmasına sebep olan sorunun temelini o gece bir kez daha görmüş oldum... Hiç beklemediğim isimlerden bile ''erkek adam öyle renkli şey mi giyer'', ''O gördüğünüz çubukludur, o rezil renkleri hemen sökün oradan!'' sığlığında onlarca eril dile sahip yoruma hayretle tanıklık ettim.


Tribünde 45Bin kadının başkaldırısı ile gurur duyan, Dünya Fenerbahçeli Kadınlar Günü gibi bir günü yaratan topluluğun kaldırımdaki erkekleri
nasıl olur da bu kadar hassas bir konuyu sahiplenen kulübü ile bir kez daha gurur duymaz da HeForShe'nin kurulma amacı olan bu ''büyük erkekliğini'' konuşturabilir pes!? N'olur sıyrılalım bu vahim fikirlerden ve farkındalık için kulübümüze destek olalım. Cinsiyet eşitliği için
hayatlarımızda kendi farkındalıklarımızı
yaratalım. Sözün özü: Lamı cimi, rengi, adamlığı yok! Mevzu kadınlarsa #BirlikteEşitiz 


1 Kasım 2018 Perşembe

SANCAK


ELVEDA COCU

Son yazımın mürekkebi kurumamışken yönetim tarafından geç kabul edilmiş bilmem kaçıncı facia sonunda Cocu gönderildi.

Daha önce eleştirdiğim gibi Anıtkabirdeki atası ve kulüp efsaneleri dışında kimseye ceketini iliklemeyecek Fenerbahçe; maalesef sezona herkese ceket ilikleyerek başladı. Ezber bozmayı seçerek ‘’Saygı’’ dedi, kendisine saygı kırıntısı gösterilmeyen topraklarda... Nasıl şampiyon olduğu herkesçe malum olan arkası SAĞLAM antrenörlere bile odasına kadar inerek gösterilen o saygıyı; keşke kariyerinde bir daha çeyreğini bile göremeyeceği zorluklarla yola çıkan, iyi niyetinden, düzgün karakterinden, mücadele isteğinden asla şüphe etmeyeceğimiz Cocu’ya da gösterebilseydik. Gönderildi, yerine veda edildi diyebilseydik. Basın toplantısına dahi çıkarılmayan, soyunma odasında teri soğumadan stadyum terk ettirilen Cocu’nun internete düşen; omzunda çantası, kafası önde, yapayalnız hali içimi parçaladı. Olmadı... Vefa, saygı, değişim diye yola çıkan vizyona hiç yakışmadı...

Antrenörlüğü ile çok büyük hayal kırıklığına uğratan Cocu buna rağmen aklıma bize bıraktığı 15.likle değil, gördüğüm en düzgün spor adamlarından biri oluşu ile gelecek...

****

Şimdi n’olacak?

Başkanın ‘’Ocak ayına kadar bir facia olmazsa’’ sözünün söylendiği hafta, hepimiz tren raylarına bağlanmış bir kurban gibi uzaktan git gide büyüyerek üzerimize doğru gelen ışığı izlemeye başlamıştık. Hep birlikte elimizdeki halatları çözecek vaktimiz vardı ama ya tren durursa diye Ankaragücü maçının son düdüğüne kadar bekledik. 

İşte şimdi o kara tren yanı başımızda. Devleşen ışıktan ötürü hiçbir şey göremiyor, inleyen korna sesleri arasında birbirimize sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Çünkü başkanın bahsettiği facia Ankaragücü değildi, olamaz da. Galatasaray’a aynı mahkum tavrı sergilemek, bu yıl özelinde yaşayabileceğimiz en büyük facia olur. Fenerbahçe Galatasaray'a kaybedebilir ama yenilemez! 

Takım inşallah en azından bu maçta Fenerbahçe olduğunu hatırlar! Peki biz hazır mıyız? Yarın derbi var, yani tren burnumuza dayandı ancak hala hiçbirimiz kalkıp raylardan kaçmak için çabalamıyoruz, aksine birimiz bizimkisi gelsin, diğerimiz bizimkisi neden gitti ki, diğerimiz o olsaydı böyle olmazdı, diğerimiz bu geldiğinden beri hiç bir şey değişmedi diyor. Halbuki korna sesinden kimsenin kimseyi duymadığının da farkında değiliz.

26 yıllık taraftarlık defterimde bundan daha heyecansız, daha önemsenmeyen, daha üzerine düşünülmeyen bir derbi hatırlamıyorum. Konu yenilgi korkusu değil ki öyle bir korkum yok. Bundan bile kaotik dönemimizde neler yaptığımızı biliyorum. Konu bizi artık Galatasaray maçının bile birleştirememesi. Görüşlerine en değer verdiğim büyüklerim bile maalesef bu girdabın içine kapıldılar. 3 Temmuz direnişinin karargahı olan Twitter, 7 sene sonra en büyük sorunumuz haline geldi. O organik mahalle ortamıydı ki bizi ateşleyip annelerimizi, kardeşlerimizi maça bırakıp dünyada eşi benzeri olmayan bir şekilde 15 bin kişilik kaldırım tribünü kurmamızı sağlayan. Şu vakit yenisini denesek muhtemelen muhalif bir ‘’karşı kaldırım’’ tribünü kaçınılmaz olurdu...

Büyük çoğunluğa hiç düşünemedikleri bir bilgi vereyim: Hem Ersun Yanal’ı hem Aykut Hocamızı, hem Aziz başkanı, hem Ali Koç başkanı aynı anda sevebiliyoruz arkadaşlar. İnanın birini sevmek için ötekinden nefret etmek zorunda değiliz. Hatta en basitini öneriyorum; Fenerbahçe'yi sevmek varken onların hiçbirini bu kadar sevmek zorunda değiliz! Ben bugüne kadar hep öyle yaptım... İçlerinden bazılarına kızgın, küskün olabiliriz. Ama hiçbiri yine de birer uç, kutup değil. Sadece hataları ile sevapları ile arma için emek sarf etmiş, sarf etmekte olan şanslı insanlar... 

Bu kutuplaşma öyle inanamadığım noktalara varmaya başladı ki salt isim fanatizminden çıkarak sosyolojik bir hal alıyor gibi. Sanki ülkenin 16 yıldır sistematik olarak hepimize işlenen ‘’bir kutba dahil olma'' güdüsü siyasetler üstü, ideolojiler üstü belki de tek değerimiz olan Fenerbahçe’mize de yansımaya başlıyor, en sağ duyulu olanlarımız bile net konuşmasa dahi ince ince Aziz başkanın ya da Ali Koç’un kutbunu seçmek zorunda gibi davranıyor... Özetle Fenerbahçe Cumhuriyeti fena halde Türkiye Cumhuriyeti’nin küçük bir simülasyonu olma yolunda ilerliyor. Yani biz birbirimizi yerken ülke kan kaybediyor, değer kaybediyor, can kaybediyor, gelecek kaybediyor...

Çekelim artık şu süngeri geçmişe. Bu bölünme bizi bugünleri dahi aratacak bir yola doğru götürüyor. Bir an önce sadece FENERBAHÇE dediğimiz eski BİZ olmak zorundayız. Kim gelirse, kim devam ederse, kim kalırsa, kim giderse gitsin mevzu Fenerbahçe ise hepsinin, hepimizin canı cehenneme değil mi? Yani sorunun cevabına gelirsek şimdi ne mi olacak: Ya yine kaldırımdaki gibi omuz omuza vereceğiz ya da (asker ocağında bu yazacağımın karşılığını, ciddiyetini bilen bilir.) Sancak göz göre göre düşecek!