Oynanan oyun merkezli,
tamamen teknik içerikli bir yazı yazmayı daha çok isterdim. Ancak bunu
neredeyse 2 senedir yapamıyorum. Sebebi bu yıl özelinde ele alınca, şahsen 4
etkenden ötürü saha içine öylesine yoğunlaşamıyorum ki bu yüzden 2018–2019
sezonu hala başlamamış, kamp dönemindeymişiz gibi hissediyorum. Daha fazla geç
kalmadan bu 4 başlığın gözümüzün önüne düşen perdesini bi aralayabilsek, berrak
bir vizyonla sahayı görebilsek…
AYKUT KOCAMAN
1- (Bence) en nefret edeni
bile içten içe birçok yaptığını aslında doğru buluyor. Geçen sene gelmemiş olsa
ve bu sene Ali Koç seçim kampanyasında hocamız Aykut Hoca olacak diye açıklasa,
ligin başında eminim ki 30 milyon insan Ali Koç vizyonu ile Aykut Hocanın
vizyonunun harika bir birliktelik olacağını düşünüyor ve ‘’Camianın evlatları’’
camiayı #yeniden şahlandıracak minvalinde heyecanlar yaşıyor olacaktı…
Hatırlatırım geçen yılki dönüşünde dahi ‘’giyim tarzını bile değiştirdi bu
sefer çok farklı olacak, bak Ahmethan’ı nasıl koydu ilk 11’e ’’ gibi gazlar ile
başlanmıştı. Yanlış zamanda geldi, yalnız bırakıldı ve 4 yıldır algılarla
manipüle/ hipnotize edilen taraftarladüşmanlaştırıldı… Bir gün #yeniden buluşur
muyuz? Bence evet. Hayırlı olur mu? Artık zor…
2-Aykut hoca, anlaşılmak
zorunda olmadığı bir coğrafyada çok daha fazla gülümser, gülümsetir… Tek
dileğim vizyonunu sorgulamayacakları bir Avrupa ülkesinde herkesi utandırması.
COCU
Aykut Kocaman PSV’ye gitse
nasıl ki ‘’oh be’’ diyecekse, Eminim Cocu da o sistemini kendi elleri ile
kurduğu işleyen makinenin ardından buraya geldiğinde ‘’eyvah’’ demiştir… Bugüne
kadar Fenerbahçe’de kısa veya uzun vadeli bir sistem kurulmasına hiç müsaade
edilmedi. Buna en çok yaklaşan Daum’du ki o da sistem hocası değil, getir-kazan
tipli sihirbaz hocalardan olduğu halde… Buna rağmen dizebildiği kadar domino
taşı dizmişti, Denizli kumpası sonrası yönetimin yanlış tercihiyle hepsi dümdüz
oluverdi.
Sabır-
Kloop- Dortmund güzellemeleri yapmayacağım. Zira Kloop A+ bir antrenör, magazin
popülaritesi yüksek bir kişilik, tüm ruhuyla bir kulübe lideri. Ayrıca Dortmund
Fenerbahçe değil, biz de Dortmund taraftarı değiliz. Bize göre çok daha akil,
uyumlu ve olgunlar. (En azından ‘’O olduğu müddetçe tribüne gitmem’’
dediklerini, isimlere kızıp armaya küstüklerini ve kötü günlerde 5000 kişi maç
izlediklerini hiç hatırlamıyorum!) Kısacası Cocu öyküsünü, Dortmund’un iflastan
kurtuluşa yürüdüğü Kloop öyküsü ile Dortmund öyküsünü de Fenerbahçe ile
bağdaştıramıyorum. İlerde de bu ikili öykülerin benzeyeceğini sanmıyorum zira
bence Cocu hiçbir zaman bir Kloop olmayacak ve Fenerbahçe de ülkesinin ikinci
büyük takımı değil, hali hazırda Bayern Münih’idir. Nokta. Ancak Cocu elbette
bir gün A sınıfına terfi edecek. Ne zaman? Gelecekte. Nerede? Tabii ki bir
sistem takımında. İşte o takım biz olabilecek miyiz? Umarım…
İnanılmaz snop biçimde
başlayan Cocu & taraftar ilişkisi aynı mesafede devam ediyor. Cocu,
sarılmayan, öpmeyen ama aslında yeğenini her şeyden çok seven sevgisini
gösteremeyen dayılar gibi… Burayı, bizi, kulüp DNA’sını, coşkuyu sevdiğini ve
bir şeyler verebilmeyi çok istediğini hissediyorum. Taraftar ise tamamen nötr
durumda ve Ali Koç etkisi ile sadece bekler vaziyette. Ancak içimde; sanki
içimizde bastırdığımız, onu sevmemiz, desteklememiz gerektiğini düşündüğümüze
ve ona gizli bir sempati duyduğumuza dair tuhaf bi his, inanç var.
Bu duygu durumu Daum’da da -özellikle de BJK geçmişinden ötürü- nötr başlamıştı. Ancak başarı bu sempatiyi dışarı vurmuş, git gide büyütmüştü. Allah korusun, eldeki başarısızlık devam ederse nötr hisler çok ani değişecektir. Peki ne karar alınmalı? Bir karar alınmalı mı? Dersek, herkes gibi öyle bir ikilemdeyim ki; bir yanım reaktif davranıp yılı kurtarmalı, diğer yanım ise Ali Koç’un hepimizden istediği gibi proaktif ol ve sadece sabret diyor.
Bu duygu durumu Daum’da da -özellikle de BJK geçmişinden ötürü- nötr başlamıştı. Ancak başarı bu sempatiyi dışarı vurmuş, git gide büyütmüştü. Allah korusun, eldeki başarısızlık devam ederse nötr hisler çok ani değişecektir. Peki ne karar alınmalı? Bir karar alınmalı mı? Dersek, herkes gibi öyle bir ikilemdeyim ki; bir yanım reaktif davranıp yılı kurtarmalı, diğer yanım ise Ali Koç’un hepimizden istediği gibi proaktif ol ve sadece sabret diyor.
Sonuç:
1-Ali Koç bu sabrı ona
vermemizi hak ediyor…
2-Daum 2003 yılında geldi
ve 2006 Denizli kumpası sonrası gönderildi… Kendime yıllardır sorduğum bir soru
Cocu konusunun da cevabı olabilir mi diyorum kendime: Ya Daum hiç gitmese ve
2003–2018 arası hocamız olarak kalsaydı; şu an şimdikine göre en az 2–3
şampiyonluk fazla almış, kalıcı Avrupa kültürümüzü ve sistemimizi oturtmuş
olmaz mıydı? Harika olmaz mıydı?…
AZİZ YILDIRIM’A 20 SENE
SABRETTİKÇİLER…
O iş dediğin gibi değil
canım. Ya yaşınız küçük ya da niyetiniz büyük… 20 yıl sabretmiş olma
mümkünatınız yok. Zira o 20 yılın ilk 4ü çok kötü geçse de sonrasında ondan
nefret eden rakip taraftarların bile dilinden ‘’şöyle bi başkanımız olsa’’
cümlesinin düşmeyeceği şekilde devam etti. Ta ki o kahpe Temmuz ayına kadar….
Sonrasında ise saygısızlık ederek gitmesini isteyen çoğunluğun doğuşuna kadar
vardı mevzu. Bir iletişimci olarak gelinen noktaya şaşırmıyorum, zira birinin
tek taraflı bilgiye maruz kalacağı bir iletişim tüneline sokulduğunda –hele
ki o karanlıkta sürü psikolojisi de hakimse- bireyin tünel çıkışındaki
aydınlığı gördüğü an artık o girişteki kişi olmadığını ülke olarak 20 yılda pek
çok konuda net deneyimledik.
Hani 45 Bin kişinin maskesini takıp hepimiz Aziz Yıldırım’ız dediği, coplara, biber gazlarına, gerçek kurşun emirlerine göğsünü açarken ilk aklına getirdiği kişi… Hani özgürlüğüne kavuştuğunda yüzbinlerce kişinin cezaevi önünde, milyonların evinde ağlayarak karşıladığı büyük başkandan bahsediyoruz…
Aziz Yıldırım, iletişimin gücünü kullanabilse ülkenin en güçlü insanı olarak çıkabileceği müthiş bir hikayeyi şaşırılacak derecede mutsuz bir sonla bitirdi. Evet göreceli olarak başarı/ başarısızlık tartısını haklı olarak tartışılır hale getiren organizasyonun tepesinde o var. Ama hikaye bu yüzden kopmadı.
Mağduriyetin
her zaman kazandığı ülkemizde tüm Türkiye’nin ne olduğunu geç de olsa kabul
ettiği lanet yapı ile senelerce sözlü olarak, ardından da kumpas mahkumuna
dönüşüp fiziki olarak mücadele ettiğini herkes gördü, bildi, kabullendi. İddia
ediyorum; Aziz Yıldırım mahkumken yapılabilecek bir seçimde Başbakanlık veya
Cumhurbaşkanlığı adaylığını koysa rakip renklerden dahi oy alır, belki de
kazanırdı!
Çıktığında;
hainler ve sırf futbol fanatikliği yüzünden hainler ile aynı noktada
durabilecek kadar zavallı olan, ağızları şike ishali olmuş fanatik dürzüleri
saymazsak, tüm partilerin, ideolojilerin, renklerin saygı duyduğu, bir halk
kahramanı gibiydi… Tüm bu süreçte bizi o karanlık tünele sokan yapı, Aziz
Yıldırım’ın hata yapmasını bekleyip -ki maalesef Aziz Yıldırım da
ekmeklerine yağ sürdü (Alex, Ersun Yanal, Terrenao, tutarsız söylemler, öfke
patlamaları ve çoğumuzun kabul ettiği bir çok şey…)- sistematik olarak
ince ince işledi ve o kahramanın arkasındaki 30 milyonluk taş duvarı yıktı.
Hikaye sinsice planlı olarak son 5 senede koptu…
O kahramanlık/mağduriyet
noktasında çıkarılabilecek bir kitap, belgesel, film, TV’nin gücü, özetle
iletişimin gücü kullanılsaydı, Aziz Yıldırım bu konuda maalesef hiç yapmadığı
profesyonel destek alma girişiminde bulunsaydı şu an ülke ve futbol adına bir
çok dinamik bambaşka olacağı gibi kahramanlık hikayesi böyle mutsuz bir sonla
değil, sadece nankör olmayanlarca da değil herkesin ortak görüşünce efsanevi
bir noktaya gelmiş olacaktı.
Yani kimseyi aptal yerine
koyma aptal kardeşim. Kaldı ki Hiçbir Fenerbahçeli 20 yıl birine sabretmez. Bir
Fenerbahçeliyi 20 yıl sabrettirecek hale getirecek adam da o koltuğa dünyaları
verse oturamaz. Sen Fenerbahçe’yi pek düzgün sahiplenememişsin, tanıyamamışsın…
Keşke Fenerbahçeyi de, şu fenomenlik, trollük işlerini de bıraksan da
rahatlasak.
AMA
ALİ KOÇ DA ŞÖYLE YAPTICILAR…
Shaktar
Donetsk maçında gazların, kavgaların, uçuşan koltukların arasında takım
elbisesi ile depar atan adam. Benim için adının başına ilk gelen cümle bu…
İşte
bu resimde gördüğümüz deparı 45 bin kişinin Aziz Yıldırım maskesi ve tişörtleri
ile 3 Temmuz sonrası mabette ilk buluştuğu maçta (Shaktar) bir çoğu çoluk çocuk
demeden cana kast eden terörist yapıdan olan polisler ile çarpışan taraftarı
için atmıştı. Yani aslında maalesef esir tutulduğu için o koşuyu yapamayan Aziz
Başkan’ın yerine atmıştı. Onun ayakları, onun azmi, onun cesareti, onun bedeni
olmuştu çimler üzerinde. Dili, sesi, yumruğu, haykırışı…
Yukarıda
Aziz Yıldırım üzerinden 30 milyonluk taş duvarın yıkıldığını yazmıştım. Ancak
Son Kale hala tüm heybetiyle yerli yerinde duruyor. En azından şimdilik…
Şimdilik diyorum çünkü Aziz Yıldırım üzerinden yürütülen oyun misli ile Ali Koç
üzerinden yürütülecek ki ilk gününden bu yana yürütülüyor. Ve maalesef ben
herkesin düşündüğü gibi Ali Koç’un daha büyük kredisi olduğunu, Ali Koç’un daha
güçlü olduğunu düşünmüyorum. Zira Aziz Yıldırım 20–25 Milyonluk bir duvarı olan
Kale’nin tahtına oturmuşken, Ali Koç’un elinde; ortasından ikiye ayrıldığı için
gelenin geçenin bahçesine elini kolunu sallayarak girdiği bir kale ve küçük bir
azınlık haricinde en ufak bir hatada acımasızca dışlayan, tribünde asla eski
bütünlüğe ve futbol kültürüne sahip olmayan, öfkeli, küskün, şımarık ve nankör
bir topluluktan başka bir şey yok. Bu kırılgan iklimde tüm rüzgarı tahtında
hissedecek başkanın futbol ile ilgili vizyonu, denemeleri, attığı adımları,
yapmasını ümit ettiğimiz vaatlerini çıkmayacak bir mürekkeple taşlara yazması
gerekiyor. Şu an gördüğüm gerçek ise odasının içerisinde uçuşan beyaz
sayfalardan ibaret.
Evet daha yolun başında
hassasiyetlerimizi düşünmeden bazı isimleri yakınına alarak, rakiplerle yanlış
iletişim tercihleri yaparak bazı hatalara imza attı. Arkasında durabiliyorsa,
hesabını da verebileceğine inanıyor demektir. Ben de ona ve çizdiği yola
inanıyorum. Bu yüzden eyvallah deyip hanesinde hatasından çok doğru yaptığını
göreceğimiz, mutlu olacağımız güzel günlere odaklanıyorum. Ama Ali Koç da
‘’Bunu bunu yaptı, şöyle yaptıcı’’ların hassasiyetlerini anlamakla birlikte
onlara; ortak arzumuz olan, gelip geçici isimlerden bağımsız ‘’Ebedi
muvaffakiyet’’ için tıpkı benim gibi düşünmesi, yukarıdaki deparı unutmayıp
Aziz Başkana olduğu gibi sevdiğimiz ve istediğimiz bu varisine de hep destek,
tam destek ile yardımcı olmak zorunda olduğunu, bizden başka kimsemiz
olmadığını hatırlatmak istiyorum.
Özetle; Son Kale’nin
muvaffakiyeti için çok sabırlı, disiplinli ve profesyonel bir iletişim planı
ile o duvarı yeniden inşa etmek ve sert rüzgarı önlemek başkanın ilk işi olmak
zorunda. Biz mi? Kurtarıcı bekleme psikolojisinden sıyrılıp kişisel
kızgınlıklarımızdan, öfkelerimizden çıkıp tek bir yöne -kol kola- odaklanmalı,
bir an önce kulübü kurtaracak kişinin yine #yeniden biz olduğumuzun farkına varmalı,
emek sarf eden yönetime zaman ve alan tanımalı, fenomenleri değil eskisi gibi
yüreğimizi takip etmeye başlamalıyız. #HerZamankiGibi birlik olmazsak, zaten hasarlı olan
aracımız uzun yol yapamayacak hale gelecek ve her kademeden devamlı destek
gören lobicisi, yandaşı, geçmişinde himmetle duayla ayağa kalkanı, zımbalısı,
makam ziyaretçisi, mafyatiği ne ararsan geçilmeyen kirli rakipler yanımızdan el
sallayarak geçip gidecek…
Çok zor değil, 2001 yılında içinde olduğum 5 bin kişilik grup bir anda refleks gösterip ‘’Bizler inandık, siz de inanın’’ demeseydi ve o reaksiyon tüm stada sirayet etmeseydi G.Antepspor’a en az 3 farkla yenileceğimizi herkes hatırlasa, bilenler bilmeyenlere iyice anlatsa yeter.
Çok zor değil, 2001 yılında içinde olduğum 5 bin kişilik grup bir anda refleks gösterip ‘’Bizler inandık, siz de inanın’’ demeseydi ve o reaksiyon tüm stada sirayet etmeseydi G.Antepspor’a en az 3 farkla yenileceğimizi herkes hatırlasa, bilenler bilmeyenlere iyice anlatsa yeter.