26 Eylül 2018 Çarşamba

#Yeniden ve #HerZamankiGibi



Oynanan oyun merkezli, tamamen teknik içerikli bir yazı yazmayı daha çok isterdim. Ancak bunu neredeyse 2 senedir yapamıyorum. Sebebi bu yıl özelinde ele alınca, şahsen 4 etkenden ötürü saha içine öylesine yoğunlaşamıyorum ki bu yüzden 2018–2019 sezonu hala başlamamış, kamp dönemindeymişiz gibi hissediyorum. Daha fazla geç kalmadan bu 4 başlığın gözümüzün önüne düşen perdesini bi aralayabilsek, berrak bir vizyonla sahayı görebilsek…

AYKUT KOCAMAN

1- (Bence) en nefret edeni bile içten içe birçok yaptığını aslında doğru buluyor. Geçen sene gelmemiş olsa ve bu sene Ali Koç seçim kampanyasında hocamız Aykut Hoca olacak diye açıklasa, ligin başında eminim ki 30 milyon insan Ali Koç vizyonu ile Aykut Hocanın vizyonunun harika bir birliktelik olacağını düşünüyor ve ‘’Camianın evlatları’’ camiayı #yeniden şahlandıracak minvalinde heyecanlar yaşıyor olacaktı… Hatırlatırım geçen yılki dönüşünde dahi ‘’giyim tarzını bile değiştirdi bu sefer çok farklı olacak, bak Ahmethan’ı nasıl koydu ilk 11’e ’’ gibi gazlar ile başlanmıştı. Yanlış zamanda geldi, yalnız bırakıldı ve 4 yıldır algılarla manipüle/ hipnotize edilen taraftarladüşmanlaştırıldı… Bir gün #yeniden buluşur muyuz? Bence evet. Hayırlı olur mu? Artık zor…

2-Aykut hoca, anlaşılmak zorunda olmadığı bir coğrafyada çok daha fazla gülümser, gülümsetir… Tek dileğim vizyonunu sorgulamayacakları bir Avrupa ülkesinde herkesi utandırması.

COCU
Aykut Kocaman PSV’ye gitse nasıl ki ‘’oh be’’ diyecekse, Eminim Cocu da o sistemini kendi elleri ile kurduğu işleyen makinenin ardından buraya geldiğinde ‘’eyvah’’ demiştir… Bugüne kadar Fenerbahçe’de kısa veya uzun vadeli bir sistem kurulmasına hiç müsaade edilmedi. Buna en çok yaklaşan Daum’du ki o da sistem hocası değil, getir-kazan tipli sihirbaz hocalardan olduğu halde… Buna rağmen dizebildiği kadar domino taşı dizmişti, Denizli kumpası sonrası yönetimin yanlış tercihiyle hepsi dümdüz oluverdi.

Sabır- Kloop- Dortmund güzellemeleri yapmayacağım. Zira Kloop A+ bir antrenör, magazin popülaritesi yüksek bir kişilik, tüm ruhuyla bir kulübe lideri. Ayrıca Dortmund Fenerbahçe değil, biz de Dortmund taraftarı değiliz. Bize göre çok daha akil, uyumlu ve olgunlar. (En azından ‘’O olduğu müddetçe tribüne gitmem’’ dediklerini, isimlere kızıp armaya küstüklerini ve kötü günlerde 5000 kişi maç izlediklerini hiç hatırlamıyorum!) Kısacası Cocu öyküsünü, Dortmund’un iflastan kurtuluşa yürüdüğü Kloop öyküsü ile Dortmund öyküsünü de Fenerbahçe ile bağdaştıramıyorum. İlerde de bu ikili öykülerin benzeyeceğini sanmıyorum zira bence Cocu hiçbir zaman bir Kloop olmayacak ve Fenerbahçe de ülkesinin ikinci büyük takımı değil, hali hazırda Bayern Münih’idir. Nokta. Ancak Cocu elbette bir gün A sınıfına terfi edecek. Ne zaman? Gelecekte. Nerede? Tabii ki bir sistem takımında. İşte o takım biz olabilecek miyiz? Umarım…
İnanılmaz snop biçimde başlayan Cocu & taraftar ilişkisi aynı mesafede devam ediyor. Cocu, sarılmayan, öpmeyen ama aslında yeğenini her şeyden çok seven sevgisini gösteremeyen dayılar gibi… Burayı, bizi, kulüp DNA’sını, coşkuyu sevdiğini ve bir şeyler verebilmeyi çok istediğini hissediyorum. Taraftar ise tamamen nötr durumda ve Ali Koç etkisi ile sadece bekler vaziyette. Ancak içimde; sanki içimizde bastırdığımız, onu sevmemiz, desteklememiz gerektiğini düşündüğümüze ve ona gizli bir sempati duyduğumuza dair tuhaf bi his, inanç var. 

Bu duygu durumu Daum’da da -özellikle de BJK geçmişinden ötürü- nötr başlamıştı. Ancak başarı bu sempatiyi dışarı vurmuş, git gide büyütmüştü. Allah korusun, eldeki başarısızlık devam ederse nötr hisler çok ani değişecektir. Peki ne karar alınmalı? Bir karar alınmalı mı? Dersek, herkes gibi öyle bir ikilemdeyim ki; bir yanım reaktif davranıp yılı kurtarmalı, diğer yanım ise Ali Koç’un hepimizden istediği gibi proaktif ol ve sadece sabret diyor.

Sonuç:

1-Ali Koç bu sabrı ona vermemizi hak ediyor…

2-Daum 2003 yılında geldi ve 2006 Denizli kumpası sonrası gönderildi… Kendime yıllardır sorduğum bir soru Cocu konusunun da cevabı olabilir mi diyorum kendime: Ya Daum hiç gitmese ve 2003–2018 arası hocamız olarak kalsaydı; şu an şimdikine göre en az 2–3 şampiyonluk fazla almış, kalıcı Avrupa kültürümüzü ve sistemimizi oturtmuş olmaz mıydı? Harika olmaz mıydı?…

AZİZ YILDIRIM’A 20 SENE SABRETTİKÇİLER…

O iş dediğin gibi değil canım. Ya yaşınız küçük ya da niyetiniz büyük… 20 yıl sabretmiş olma mümkünatınız yok. Zira o 20 yılın ilk 4ü çok kötü geçse de sonrasında ondan nefret eden rakip taraftarların bile dilinden ‘’şöyle bi başkanımız olsa’’ cümlesinin düşmeyeceği şekilde devam etti. Ta ki o kahpe Temmuz ayına kadar…. Sonrasında ise saygısızlık ederek gitmesini isteyen çoğunluğun doğuşuna kadar vardı mevzu. Bir iletişimci olarak gelinen noktaya şaşırmıyorum, zira birinin tek taraflı bilgiye maruz kalacağı bir iletişim tüneline sokulduğunda –hele ki o karanlıkta sürü psikolojisi de hakimse- bireyin tünel çıkışındaki aydınlığı gördüğü an artık o girişteki kişi olmadığını ülke olarak 20 yılda pek çok konuda net deneyimledik.

Hani 45 Bin kişinin maskesini takıp hepimiz Aziz Yıldırım’ız dediği, coplara, biber gazlarına, gerçek kurşun emirlerine göğsünü açarken ilk aklına getirdiği kişi… Hani özgürlüğüne kavuştuğunda yüzbinlerce kişinin cezaevi önünde, milyonların evinde ağlayarak karşıladığı büyük başkandan bahsediyoruz…


 

Aziz Yıldırım, iletişimin gücünü kullanabilse ülkenin en güçlü insanı olarak çıkabileceği müthiş bir hikayeyi şaşırılacak derecede mutsuz bir sonla bitirdi. Evet göreceli olarak başarı/ başarısızlık tartısını haklı olarak tartışılır hale getiren organizasyonun tepesinde o var. Ama hikaye bu yüzden kopmadı.
Mağduriyetin her zaman kazandığı ülkemizde tüm Türkiye’nin ne olduğunu geç de olsa kabul ettiği lanet yapı ile senelerce sözlü olarak, ardından da kumpas mahkumuna dönüşüp fiziki olarak mücadele ettiğini herkes gördü, bildi, kabullendi. İddia ediyorum; Aziz Yıldırım mahkumken yapılabilecek bir seçimde Başbakanlık veya Cumhurbaşkanlığı adaylığını koysa rakip renklerden dahi oy alır, belki de kazanırdı!
Çıktığında; hainler ve sırf futbol fanatikliği yüzünden hainler ile aynı noktada durabilecek kadar zavallı olan, ağızları şike ishali olmuş fanatik dürzüleri saymazsak, tüm partilerin, ideolojilerin, renklerin saygı duyduğu, bir halk kahramanı gibiydi… Tüm bu süreçte bizi o karanlık tünele sokan yapı, Aziz Yıldırım’ın hata yapmasını bekleyip -ki maalesef Aziz Yıldırım da ekmeklerine yağ sürdü (Alex, Ersun Yanal, Terrenao, tutarsız söylemler, öfke patlamaları ve çoğumuzun kabul ettiği bir çok şey…)- sistematik olarak ince ince işledi ve o kahramanın arkasındaki 30 milyonluk taş duvarı yıktı. Hikaye sinsice planlı olarak son 5 senede koptu…
O kahramanlık/mağduriyet noktasında çıkarılabilecek bir kitap, belgesel, film, TV’nin gücü, özetle iletişimin gücü kullanılsaydı, Aziz Yıldırım bu konuda maalesef hiç yapmadığı profesyonel destek alma girişiminde bulunsaydı şu an ülke ve futbol adına bir çok dinamik bambaşka olacağı gibi kahramanlık hikayesi böyle mutsuz bir sonla değil, sadece nankör olmayanlarca da değil herkesin ortak görüşünce efsanevi bir noktaya gelmiş olacaktı.

Yani kimseyi aptal yerine koyma aptal kardeşim. Kaldı ki Hiçbir Fenerbahçeli 20 yıl birine sabretmez. Bir Fenerbahçeliyi 20 yıl sabrettirecek hale getirecek adam da o koltuğa dünyaları verse oturamaz. Sen Fenerbahçe’yi pek düzgün sahiplenememişsin, tanıyamamışsın… Keşke Fenerbahçeyi de, şu fenomenlik, trollük işlerini de bıraksan da rahatlasak.

AMA ALİ KOÇ DA ŞÖYLE YAPTICILAR…
Shaktar Donetsk maçında gazların, kavgaların, uçuşan koltukların arasında takım elbisesi ile depar atan adam. Benim için adının başına ilk gelen cümle bu…


İşte bu resimde gördüğümüz deparı 45 bin kişinin Aziz Yıldırım maskesi ve tişörtleri ile 3 Temmuz sonrası mabette ilk buluştuğu maçta (Shaktar) bir çoğu çoluk çocuk demeden cana kast eden terörist yapıdan olan polisler ile çarpışan taraftarı için atmıştı. Yani aslında maalesef esir tutulduğu için o koşuyu yapamayan Aziz Başkan’ın yerine atmıştı. Onun ayakları, onun azmi, onun cesareti, onun bedeni olmuştu çimler üzerinde. Dili, sesi, yumruğu, haykırışı…
Yukarıda Aziz Yıldırım üzerinden 30 milyonluk taş duvarın yıkıldığını yazmıştım. Ancak Son Kale hala tüm heybetiyle yerli yerinde duruyor. En azından şimdilik… Şimdilik diyorum çünkü Aziz Yıldırım üzerinden yürütülen oyun misli ile Ali Koç üzerinden yürütülecek ki ilk gününden bu yana yürütülüyor. Ve maalesef ben herkesin düşündüğü gibi Ali Koç’un daha büyük kredisi olduğunu, Ali Koç’un daha güçlü olduğunu düşünmüyorum. Zira Aziz Yıldırım 20–25 Milyonluk bir duvarı olan Kale’nin tahtına oturmuşken, Ali Koç’un elinde; ortasından ikiye ayrıldığı için gelenin geçenin bahçesine elini kolunu sallayarak girdiği bir kale ve küçük bir azınlık haricinde en ufak bir hatada acımasızca dışlayan, tribünde asla eski bütünlüğe ve futbol kültürüne sahip olmayan, öfkeli, küskün, şımarık ve nankör bir topluluktan başka bir şey yok. Bu kırılgan iklimde tüm rüzgarı tahtında hissedecek başkanın futbol ile ilgili vizyonu, denemeleri, attığı adımları, yapmasını ümit ettiğimiz vaatlerini çıkmayacak bir mürekkeple taşlara yazması gerekiyor. Şu an gördüğüm gerçek ise odasının içerisinde uçuşan beyaz sayfalardan ibaret.
Evet daha yolun başında hassasiyetlerimizi düşünmeden bazı isimleri yakınına alarak, rakiplerle yanlış iletişim tercihleri yaparak bazı hatalara imza attı. Arkasında durabiliyorsa, hesabını da verebileceğine inanıyor demektir. Ben de ona ve çizdiği yola inanıyorum. Bu yüzden eyvallah deyip hanesinde hatasından çok doğru yaptığını göreceğimiz, mutlu olacağımız güzel günlere odaklanıyorum. Ama Ali Koç da ‘’Bunu bunu yaptı, şöyle yaptıcı’’ların hassasiyetlerini anlamakla birlikte onlara; ortak arzumuz olan, gelip geçici isimlerden bağımsız ‘’Ebedi muvaffakiyet’’ için tıpkı benim gibi düşünmesi, yukarıdaki deparı unutmayıp Aziz Başkana olduğu gibi sevdiğimiz ve istediğimiz bu varisine de hep destek, tam destek ile yardımcı olmak zorunda olduğunu, bizden başka kimsemiz olmadığını hatırlatmak istiyorum.

Özetle; Son Kale’nin muvaffakiyeti için çok sabırlı, disiplinli ve profesyonel bir iletişim planı ile o duvarı yeniden inşa etmek ve sert rüzgarı önlemek başkanın ilk işi olmak zorunda. Biz mi? Kurtarıcı bekleme psikolojisinden sıyrılıp kişisel kızgınlıklarımızdan, öfkelerimizden çıkıp tek bir yöne -kol kola- odaklanmalı, bir an önce kulübü kurtaracak kişinin yine #yeniden biz olduğumuzun farkına varmalı, emek sarf eden yönetime zaman ve alan tanımalı, fenomenleri değil eskisi gibi yüreğimizi takip etmeye başlamalıyız. #HerZamankiGibi birlik olmazsak, zaten hasarlı olan aracımız uzun yol yapamayacak hale gelecek ve her kademeden devamlı destek gören lobicisi, yandaşı, geçmişinde himmetle duayla ayağa kalkanı, zımbalısı, makam ziyaretçisi, mafyatiği ne ararsan geçilmeyen kirli rakipler yanımızdan el sallayarak geçip gidecek…

Çok zor değil, 2001 yılında içinde olduğum 5 bin kişilik grup bir anda refleks gösterip ‘’Bizler inandık, siz de inanın’’ demeseydi ve o reaksiyon tüm stada sirayet etmeseydi G.Antepspor’a en az 3 farkla yenileceğimizi herkes hatırlasa, bilenler bilmeyenlere iyice anlatsa yeter.